top of page

AKIL VE GÖNÜL

    Beşer fiziksel bir beden, çevreyi algılayan beş duyu ve onlardan aldığı duyumlarla karar verip bedeni yönlendiren bir beyin sahibidir.  Beynimizin bir bilgisayar gibi çalıştığını düşünürsek içinde yaşadığımız ikilem evreninde bedenimizin sahip olduğu yetenekler biyolojik yaşam için yeterli olabilir.  Fakat Kur’an beşerin sahip olduğu ve sıklıkla altını çizdiği başka yeteneklerinden de bahseder ki bunlar “Akıl ve Gönül” dür. Acaba akıl ve gönül beşere nasıl bir hizmet sunmaktadır?

    Görünen o ki insanda gönül aynen pusula gibi görev yapar; hep aynı yönü gösterir. O yön, sonunda bireyin Yaratıcı’sına dönüşünü sağlayabilir, götürebilir. Akıl ise yol üzerindeki engelleri görüp etrafından dolanmamızı sağlar. Dünyada yaşadığımız için yolumuz üstündeki engelleri akıl fark eder ve akıl yardımıyla engelleri aşarız. Bu yolculuğun belki çok küçük bir benzeri olarak dünyamızda yapacağımız bir fiziki yolculuğu ele alabiliriz. Dünyada seyahat ederken kuzey kutbuna gitmek istesek sadece elimizdeki pusulanın gösterdiği doğrultuyu takip etmek yeterli olacaktır. Ola ki yolumuz üzerinde bir uçuruma rastlarsak, uçurumun çevresinden dolanıp gene yönümüzü kuzeye çevirip yola devam edebiliriz.

    Diğer taraftan bir tepenin öbür tarafında olanları kafamızdaki gözler göremediği için akıl yol gösterici olamaz. Fakat gönül görebilir. Yani gönül gözü bize bu durumda takip etmemiz gereken doğru yolu gösterecektir. Bu mecazi anlatım dünya okulunda sürekli sınavlarla eğitimden geçmekte olan beşere hayat yolunda yürürken karşılaşacağı hatta bazan farkında bile olamadığı tepelerin yani güçlüklerin arkasında neler olabileceğini hissettirebilir. Bu hisleri farkındalık olarak ifade edebilirsek akıl ve gönlü çalışan bireylerin davranışlarının dünyasal normlara uymayabildiği genellikle gözlene gelmiştir.

   Dünya okulunda yaşam şansı bulan her bireyin akıl-gönül birlikteliği var mıdır dersek sorunun cevabı hayır olacaktır. Ancak Adem nesline dünyada yaşam şansı veren Güç, beşerin ne yapabileceğini çok iyi bildiği için beşer kendi başına bırakılmamıştır. Sürekli olarak dünya toplumlarına eğitilebilmeleri için öğretmenler, Tanrı Elçileri, gönderilmiştir. Eğitilmekten kasıt Adem’in yaratılışına yönelik ayetlerde rastladığımız gibi beşerin kıvama ermesidir. Beşerin dünya okulunda tek bir hayat süresinde ulaşabileceği tekamül yeterli olmayabilir ve sınavların tekrarlanması ve yeni sınavlarda beşerin başarılı olabilmesi için okul dönemini tekrar etmesi ve belki de tekrarların artması söz konusu olabilir. Ancak dünya okulundaki eğitimi bitirmenin eğitimin mutlak sonlanması olduğunu sanmıyorum. Olabilir ki değişik boyutlardaki okullarda eğitim gerektiği gibi devam edecektir.  

   Bireyin dünya hayatı süresince takip edilecek yol konusunda, var olan kaynaklardan Tevrat ve Kur’an’a bakalım. Tevrat İsrailoğulları’nı planın gerektirdiği doğrultuya ceza ile yönlendirmiştir. Kur’an’da ise ceza yanında teşvik var. Henüz madde etkisinden kurtulamamış olanlara madde ile özendirici teşvik varken (Kur’an 15-45,47), ruhsal gelişmeyi daha üst boyutlara taşıyabilmesi için bireylere manevi ödüller vaat edilmektedir (Kur’an 2-22). Hemen burada hatırlamamız gereken gerçek, her bireyin yolunun farklı olduğudur. O sebepten her bireyin hayat planı farklıdır (Kur’an 5-48). Aynı kitabın bağımlılarının her birinin davranışları arasında küçük olsa da var olan farklılıkların sebebi hayat planlarındaki farklılıkla bağlantılı olduğunu düşünebiliriz.

    Kur’an düşünmemizi önerir (Kur’an54-17,22,33,40). Bu ayetler ve daha pek çoğuna göre sonsuz yolun bir kesri olan dünya yaşamının başlangıcından başlayarak her safhada yolcu birey için akıl gereklidir. Unutmayalım ki dünya yaşamına başlayan her birey sözü edilen sonsuz yolculuğun henüz farkında olmadığı gibi taliplisi de olmayabilir. Fakat yola çıkmıştır, eninde sonunda yolculuğunun farkına varacağı umut edilir.

    Aklın çalıştırılması gerekliliği Tanrı elçilerinin hayatlarında da görülür. Örnek olarak Matta İncili 4.Bölümde İsa Mesih’in İblis tarafından sınanması olayını hatırlayabiliriz. İblis’in sınamasına karşılık İsa Mesih bilgi ile cevap veriyor; Yani aklını kullanıyor ve sınamadan başarı ile çıkıyor. Sınamalardan başarı ile çıkmak için bilgi gereklidir; fakat yeterli değildir.  Bilgi, akıl ile kullanılmazsa işe yaramaz. Unutmayalım ki Kitap verilenlere (Tevrat ve İncil bağımlıları) bilgi verilmişti. Fakat o toplumlar verilen bilgiden akıllarını çalıştırarak yararlanmadılar ve sonuç ise ayrılığa düşüş ve cezalandırılma oldu. Bu gerçek Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir;

Kur’an 10-100 Allah, pisliği aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. 

 

   Eski Ahit ve Yeni Ahit bağımlılarının geçmişte yaşadıkları üzüntüleri günümüzde Kur’an bağımlılarının yaşıyor olması ne kadar acıdır. Beşer ne yazık ki geçmişten ders almayı beceremedi.

 

   Diğer taraftan birey, sonsuz yolculuğunda, farkındalığının artışı ile dünya hayatı kapsamında günlük yaşamındaki davranışlarında artık bırakın cezadan korunmayı, ödül almayı dahi umut etmeden yaşamını sürdürür sanıyorum. Çünkü o birey sadece hedefe kilitlenmiştir. Beşerin hedefi ise Kur’an’da defalarca tekrarlanır:

 

Kur’an 11-4 Yalnız Allah’adır dönüşünüz...

 

    Hedefe kilitlenmek ise sadece gönülle mümkündür. Hedefe kilitlenme konusu bir hesap işi olamaz. Muhtemelen o bireyi hedefe coşku ile yönlendiren kim bilir sevgidir, tutkudur, aşktır. Her ne olursa olsun o bireyin beşeri duygularla kendisini zorladığı bir yönelme asla olamaz diye düşünüyorum.

 

    Dünya üzerinde çeşitli bölgelere dağılmış toplumların günümüzdeki yaşamlarına bakıldığında ve yazılı kaynaklar incelendiğinde çeşitli toplumlarda yol gösterici önderlerin görevlendirildiğini görüyoruz. Orta Doğu coğrafyasında yaşamış ve yaşayan toplumlar için de aynı fikirleri ileri sürebiliriz. Kur’an ve Kur’an’da sıklıkla adı geçen diğer vahiy kitapları olan Tevrat, Zebur ve İncil, Orta doğu coğrafyasında tebliğ edilmiş kitaplardır. Bahsedilen kitapların tamamı önerilen bazı ritüeller dışında bireye beş duyusu ile kavrayamayacağı bir Yaratıcı Güç’ten bahseder. Bu kitaplar toplumsal barışın sağlanmasına yönelik kuralları anlatır. Özellikle Kur’an ayrıca bireye bu dünya hayatının ötesinde başka boyutlarda da hayatın devam ettiğini söyler ve o gerçek ve kalıcı hayata ulaşılması gerekliliğinin sürekli altını çizerken, hedefe ulaşabilmek için takip edilmesi gereken yolu da gösterir. Ancak görülebildiği kadarıyla bireyler kendilerine din adamları tarafından ağırlıklı olarak önerilen ve hatta ana kitaplarında olmadığı kadar detaylandırılan ve zamanla değişime uğramış ve sadece bazı şekil ve zamana bağlı ritüellerin yerine getirilmesinin, beşere din adamlarının gösterdiği cennet hedefine ulaşılması için yeterli olacağını sanır. Toplumların bu şekilde davranışında bireylerin hatası pek görülmeyebilir. Çünkü onlar konuyu maalesef din adamlarına havale etmişlerdir. Aslında din öğretisinin merkezinde insan vardır. Birey diğer taraftan dinine sahip çıkma ödevini yerine getirmemiştir. Toplumlarına vahiy kitaplarının gerçeklerini anlatmaya çalışan az sayıdaki din adamı ise meslektaşları tarafından hoşnutlukla karşılanmamıştır. Sonsuz yolun yolcusunun ritüellere sığınıp kalmasının yeterli olmadığı biraz önce ifade edilmişti. Tersine özellikle Kur’an öncelikle arınmanın gerekliliğine işaret eder:

 

Kur’an 35-18 …Arınıp temizlenen, kendi benliği için arınıp temizlenir. Dönüş Allah’adır.

 

Kur’an 56-77,78,79  O, kesinlikle şerefli bir Kur’an’dır.

                     Titizlikle saklanan bir Kitap’tadır..

                      Ona, arındırılmışlardan başkası dokunamaz.

    Bu ayetlerin ifadesi toplumumuzda fiziksel temizlik olarak alınmış ve abdest almadan Kur’an’ın okunamayacağı yanlışı asırlardır uygulanagelmiştir. Aksine Kur’an’da anlatılmak istenen tamamen farklıdır. Anlayabildiğimiz kadarıyla söz konusu arınma kavramı bedensel değil, ruhsaldır. İlginç olan ise bireye dünyadaki yolculuğunda ışık tutacak olan Kur’an’ı ve benzer şekilde diğer tebliğ kitaplarını anlayabilmek için ruhsal temizlik yani arınma şarttır. Çünkü gene Kur’an’ın ifadesi ile Kur’an ve diğer tebliğ kitapları kalp ile okunmalıdır:

 

Kur’an 40-53,54 And olsun ki, Musa’ya o hak kılavuzu verdik ve İsrailoğullarını Kitap’a mirasçı kıldık.

           Akıl ve gönül sahipleri için bir yol gösterici, bir hatırlatıcıdır o.

 

Kur’an 22-46 Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onunla duysunlar. Şu bir gerçektir ki kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki gönüller körleşir.

 

Kur’an 45-20 Bu Kur’an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. 

 

Kur’an 17-45,46 Kur’an okuduğunda, seninle, ahirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.

          Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız.

 

    Örnekleri verilen ayetler açıktır. Biyolojik olarak canlı olan bir bireyin kalbi vardır. Fakat ayetler kalp terimini gönül ile eşdeğer olarak kullanmaktadır. Akıl mutlaka birey için önemlidir. Fakat aklın çalışabilmesi için kalbin var olması gerektiğini anlıyoruz. Kalp terimi ile anlatılmak istenenin beşeri anlayışa uygun olarak gönül veya kalp gözü olduğunu düşünebiliriz. Birey sonsuz yolculuğunun bu dünya ile ilgili bölümünde planına uygun olarak kendisinden beklenen yolculuğa çıkabilmesi için Kur’an veya hangi kitap bağımlısı ise o kitabı anlayabilmelidir. Bunun için de kalp gözünün aktif olması gerekir. Öte yandan kalp gözünü açacak olan da gene Kur’an’ın kendisidir. Yani birey Kur’an’ı anlayabilmek için öncelikle ruhsal arınmasını başarmalıdır ki Kur’an’ın yol göstericiliğinden yararlanıp yola çıkabilsin ve hatta yola devam edebilsin. Bu söylenenler benzer şekilde diğer kitap bağımlıları için de geçerlidir. Yoksa Kur’an bağımlısı olan bir toplumda doğup o toplumun adetlerine uymak o kişinin özel bir birey olduğunu göstermez. Unutmayalım ki güneş dünyadaki her toplum üzerine her gün doğar. Anlatılan bu işlemler sanki bir kısır döngü gibi görünebilir. Gerçeğin farklı olduğunu düşünüyorum. Bilebildiğimiz kadarı ile Kur’an her bireye yaratılış kapasitesine göre yük taşıtılacağını söyler (Kur’an 23-62). Çevremize baktığımızda bireylerin fiziksel ve mental yeteneklerinin değişik olduğu zaten gözlemlenebilir. Aslında bu farklılığın dünya yaşamında bireyin önceden belirlenmiş yaşam planına uygun olduğunu sanırım kabul edebiliriz. Herhangi bir bireyin çevresinde kabul gören vahiy kitabını okuması, anlamaya çalışması ve anlayabildiklerini hayatına yansıtması İlahi Plan’ın arzusudur. Ancak her bireyin bahsedilenleri tıpatıp yapabilmesi ve aynı sonuçları alması beklenmemelidir. Çünkü her bireyin bahsedilen çerçevede ne yapabileceği önceden bellidir. Bu gerçeklik kapalı olarak da olsa Kur’an’da ifade edilmiştir:

Kur’an 7-179  Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir.    

 

Kur’an 35-8 …Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğruya ve güzele kılavuzlar. …

 

   Son verilen ayetler oldukça açıktır. Özellikle son ayette ifade edildiği haliyle, bireyin saptırılması ve arkasından cezalandırılması adalete uygun değil gibi görünüyor. Bunun sadece görüntü olduğunu ve her şeyin bireyin planına uygun olduğunu kabul etmeliyiz. Hemen burada, var olan İncil metinlerindeki bir olayı hatırlatmak isterim. İncil metinlerine göre İsa Mesih’i Roma askerlerine ihbar eden İskariyot, İsa’nın on iki havarisinden biri idi ve acaba o kişi görevini yaparken ne hissetti. Aynı kişi İncil bağımlıları dünyasında bir hain olarak görülür. Fakat gerçek bu mudur?

 

   Beşerin sahip olduğu kalp ve gönül gerçekten çok önemli yeteneklerdir ve onlarsız beşerin insan olması ve kendisinden beklenenleri başarması mümkün olamazdı. Bu söylenenlerin aşağıda sunulan Kur’an ayeti ile birlikte okunması yararlı olacaktır:   

 

Kur’an 16-78 Allah sizi annelerinizin karınlarından çıkardı, hiçbir şey bilmiyordunuz; şükredebilesiniz diye size işitme gücü, gözler ve gönüller verdi.

 

  Sanıyorum resim oldukça belirginleşmiştir. Dünyada beşer formunda hayat bulan varlık gerçekte çok zor sınavları içeren sonsuz bir yolun yolcusudur. Madde dünyasındaki fiziki şartlara uyum sağlayabilecek bir beden kendisine verilmiştir. Ayrıca dünya okulunun eğitim programına uygun olarak önüne çıkartılacak sınavlarda başarılı olabilmesi için beşere akıl ve gönül yetenekleri de verilmiş olduğunu düşünüyorum. Aslında bu yeteneklerin potansiyel olarak beşerde var olduğunu sanıyorum. Bu yeteneklerin çalışır duruma gelmesi O’nun izni ile olacaktır. Fakat yeteneklerin çalışır duruma gelmesinin tek bir adımda olacağını düşünmemek doğru olur. Hatta yaratılışın her parçasında ve özellikle tekamül yolculuğunda sürekli bir gelişmeden söz etmek yerinde olur. Süreç içinde birey sanıyorum ilk olarak bağımlısı olduğu kitabın ayetlerini, değişmeye başlamış bir bilinçle okumaya başlar. Hatta bütün yaratılmışa değişik gözle bakmaya başlar, çünkü yaratılmışın tamamı O’nun ayetlerindendir. Bu değişimin, belirtildiği gibi sonsuz bir süreç olduğunu kabul etmeliyiz. Dünya hayatında bile birey zamanla bağımlısı olduğu kitapta bile defalarca okuduğu ayetlerde bile yeni anlamlar fark edecektir. Beşeri anlayışımıza uygun olarak konuşursak böyle bir gelişme kafamızdaki gözlerin görme yeteneğinin giderek artmasına benzer. Ancak gönül gözü ile görebilme yeteneğinde bir son olacağını sanmıyorum. Çünkü O’nun ilmi sonsuzdur. Herhalde beşere tarifi imkansız güzelliklere ulaşmasını sağlayan O’na her an şükretmemiz gerekmez mi? O’na şükür etmemiz sadece kelimelerden mi ibaret olacaktır, yoksa çok daha anlamlı yolları var mıdır? Eminim birey zaman içinde o yolların da farkına varacaktır.

bottom of page