top of page

DÜŞÜNME

    Adem’in çocukları ki onlar günümüzde içinde bedenli olarak hayat bulduğumuz dünyada İNSAN olarak tanımlanmıştır. Dünya ortamını insanlar diğer canlılarla paylaşmaktadır. O canlılar geçmiş dönemlerden günümüze gelinceye kadar varlığını devam ettirebilenlerdir. Dünyada yaşam bulan bütün canlılar, tek hücrelilerden başlayarak ve bitkiler de düşünülerek incelendiğinde İNSAN denen varlığın en gelişmiş canlı olduğu konu ile ilgili bilim insanları tarafından bildirilmektedir. Beşerin bahsedilen gelişmişlik seviyesine ulaşabilmesi için beyin adı verilen bir organ tarafından verilen bir emek gereklidir ki onun adı DÜŞÜNME’dir. Beynimiz daha dünyaya gözlerimizi açmadan önce başlayan ve doğumla hızlanan bir öğrenme faaliyeti içindedir. Ancak beynimiz sadece bir kütüphane değildir. İstenildiğinde çeşitli bilgileri çağırıp onları şuur alanına getirerek o bilgilerin bazen söze bazen de davranışlara dönmesine imkan verir. Yeni durumlara uyarlanmamız için yardımcı olur, diğer taraftan var olanları kullanarak veya onlarla birlikte yeni bilgileri harmanlayarak sentez yapmamızı sağlar. Hayvanlar aleminde öğrenme daha ziyade şartlanma ile olabilirken insan beş duyusunu etkin şekilde kullanabilme ve hatta sahip olduğu yeteneklerini tekrarla geliştirebilme kapasitesine de sahiptir. Bazı hayvanların ortamlarına uyum sağlamak ve yaşamlarını devam ettirebilmek için bazı duyularının görme, işitme, koku alma gibi insanınkilerden çok daha gelişmiş olduğunu da bilmemiz gereklidir.

    İnsanın düşünme yeteneği boşuna değildir. Yaratan gücün arzu ve planlaması ile bu yetenek insana verilmiştir. Çünkü insan melek değildir. Meleklerin kendilerine yüklenmiş bilgilerin ve ona göre çerçevesi belirlenmiş görevlerinin dışına çıkamayacaklarını düşünüyorum. Fakat insan tekamül etmek zorundadır. Bu düşüncenin beşerin günlük hayatını yakından ilgilendiren yansıması asırlar öncesi ile günümüzdeki yaşam şartları arasındaki değişim olarak gözlenebilir.

 

     Beyin ve onun ana işlevi olan DÜŞÜNME konusu sadece günlük hayatımızı kolaylaştırmakla kalmaz, buluşlara da yani yaratışa da yol açar. İnsana çeşitli yetenekler yanında yaratma yeteneği de verilmiştir. Yaratma yoktan var etme değildir. Var edilenlerden yeni bir form oluşturmadır. Yaratma terimi Kur’an’da çoğul olarak kullanılır ve beşere de bu yeteneğin lütfedildiğini düşünüyorum:

 

Kur’an 56-57,59 Sizi biz yarattık, biz. Tasdik etseydiniz olmaz mıydı?

                                    Siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa yaratıcılar bizler miyiz?

 

    Diğer taraftan vahiy kitaplarına inananlar için de DÜŞÜNME önemlidir. İnananlar daha işin başında beş duyuları ile algılayamadıkları bir GÜÇ’ün varlığını kabul etmek durumundalar. Ancak böyle bir kabul ve bunu takip ederek vahye uyma şekil yönünden doğrudur, fakat tarif edilen bu inancın kalbe indiğini söylemek mümkün olmayabilir ki bu gerçeklik Kur’an’da açıkça ifade edilir:

 

Kur’an 49-14 Bedeviler: ”İman ettik.” dediler. De ki:” siz iman etmediniz. Ancak “Müslüman olduk” deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. …

    Görüldüğü gibi Kur’an sadece “iman ettim” demenin yeterli olmayacağını, arzu edilenin imanın kalbe girmesi olduğunu vurgulamaktadır. Öyleyse imanın kalbe girmesi için ne yapılmalı sorusunun cevabı aranmalıdır. Cevap gene Kur’an’da bulunabilir:

Kur’an 47-24 Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?

 

    Vahiy kitaplarından her hangi birinin anlaşılabilmesi için birey bağımlısı olduğu kitabı anlamak niyeti ile okumaya başlamalıdır ve hayatı boyunca okumaya devam etmelidir. Ancak bu uygulama ile vahiy kitaplarında verilen mesajı anlamaya başlayabilir. Yoksa mesleği din adamlığı olan ve ondan para kazananların anlattıklarına inanmak zorunda kalır ki bunun hiç de arzu edilen bir yol olduğunu sanmıyorum. Din adamlığını meslek edinenler genellikle eğitimleri sırasında kendilerine verilen ve çok muhtemelen asırlardır söylene gelenleri tekrar etmekten başka ne yapacaklardır? Zaman değişmekte ve daha da önemlisi insanların eğitim, bilgi ve birikimi artmaktadır. Yeni nesilleri asırlar öncesinden gelen bilgilerle nereye kadar tatmin edebilirsiniz?  Ayrıca fark edebildiğimiz kadarı ile Kur’an her bireyin yolunun farklı olduğunu bize anlatır:

Kur’an 5-48 … Sizden herbiri için bir yol belirledik.  Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. …

 

Kur’an 7-178  Allah’ın yol gösterdiği, gerçeğe varmıştır, …

 

   Her bireyin O’na ulaşabilmek için takip etmesi gereken yol sadece ayrı değil, aynı zamanda bireye yolunu Allah göstermekte ise günümüzde ve bugüne kadar din adamlarının yaptığı nedir? Zorbalık değil midir? Halbuki dinde zorlama yoktur. İnanç gönül işi olduğu için bireyler üzerinde inanç konusunda hiçbir baskı ve zorlama olmamalıdır. Yapanlar ise zalimlerin ta kendileridir. Her birey kendisi için planlanan yolda yürürken acaba sonsuz yolculuğunda hangi menzildedir? Beşerin bu soruya cevap verebileceğini hiç sanmıyorum. Diğer taraftan sonsuz yolun yolcusu olan beşer için düşünmenin yani aklı ve gönlü çalıştırmanın ne kadar önemli olduğunu Kur’an ayetleri bize gösteriyor:

Kur’an 8-22,23 Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır,dilsizlerdir.

   Allah kendilerinde bir hayır olduğunu bilseydi elbette onlara işittirirdi. …

    Verilen ayetler vakte ve şekle bağlı ritüelleri ön şart almadan tekamül yolunda olanlardan en aşağıdakilerin akıllarını işletmeyenler olduğunu vurguluyor. Ayette konu edilen sağır ve dilsizlerin biyolojik sağır ve dilsizler olduklarını düşünmemeliyiz. Bu gerçek karşısında toplumları yönlendiren ve fakat bireylerin düşünmemelerinin yollarını arayıp bulan ve onların beyinlerini safsata ile dolduran din adamları nasıl hesap verecekler, bilemem.

 

     Sanıyorum Kur’an’ın son derecede önemli mesajlarından bir başkası ise vahiy kitapları ile iletilen mesajın diri olanlar için olduğunu açıkça belirtmesidir.

 

 Kur’an 36-70 Diri olanı uyarsın ve inkarcılar üzerine söz hak olsun diye indirilmiştir.   

 

Kur’an 6-122  Bir ölü iken kendisine hayat verdiğimiz, insanlar içinde yürümesi için kendisine ışık sunduğumuz kişinin durumu, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamayan kişinin ki gibi olur mu? …

                                                       

    Kur’an’ın tebliğ edildiği dönemde de, günümüzde de biyolojik yönden her birey canlıdır, yani biyolojik olarak diridir. Ancak bu ayetlerde Kur’an neyi işaret etmektedir? Kur’an herhalde ruhsal bakımdan diri olanları kastetmektedir. Kur’an sadece diri olanları uyarabildiğine göre demek ki sadece onlar Kur’an’ı okuyup öğüt alabilmektedirler. Mesajı inkar edenler ise Kur’an’a göre ölüdürler. Fakat belirtilen davranışları hiçbir halde yargılanmamalarını gerektirir. Çünkü onların planında henüz uyanmaları yoktur. Bu noktada geçmişten günümüze taşınan, bilinen bir özdeyişi de hatırlamakta yarar vardır:

                                                  “DÜŞÜNÜYORUM  O  HALDE  VARIM”

 

   Gerçekten de düşünme fevkalade önemlidir ve bireyin bu yeteneği ile vahyi anlaması mümkün görünmektedir.  Ancak Kur’an sadece düşünmenin de yeterli olmayacağını bireyin düşünüp, aklını ve  gönlünü de çalıştırarak ancak mesajı anlayabileceğini aşağıda örnekleri verilen pek çok ayette vurgulamaktadır:

Kur’an 12-111  Andolsun ki;  resullerin hikayelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır.  

 

Kur’an 2-269 O, hikmeti dilediğine verir. Ve kendisine hikmet verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiş demektir. Gönlünü ve aklını çalıştıranlardan başkası düşünüp anlayamaz.

 

     İşte, Kur’an’ın muhteşem ayetlerinden biri daha. Din adamı olmayı meslek seçmiş hangi birey kendisine hikmet verildiğini iddia edebilir? Kendisine hikmet verilmeyen kişi vahiy kitaplarını nasıl anlayıp insanlara ne anlatacak? Olsa olsa eskiden kalan ve muhtemelen gerçekle ilgisi olmayan bilgileri nakledebilir. Ayette dikkatimizi çeken bir başka nokta hikmetin bireye verilmesidir. Yani hikmet beşeri anlatım ile bir tür çalışıp ezberleme olayı değildir. Çünkü ortada hazır bilgi sunulmamıştır. Emek olmadan hikmet verilmeyeceğini de bilmeliyiz. Ancak her emek sahibine hikmet verilmesi de genel bir kural değildir.

   Kur’an’ın kendi ifadesi ile gerçekler kalp ile anlaşılabilir ve bunun için de genelinde vahiy kitaplarını özelinde ise Kur’an’ı okuyup düşünmek gerekir. Ancak vahiy kitaplarını okuyan veya dinleyen her beşerin ayetlerde beşere anlatılmak istenenleri anlamaları mümkün olmayabilir. Anlayan da ne kadarını anlayabilir?

 

Kur’an17-41 Biz, gerçeği, Kur’an’da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. …

Kur’an 17-46 Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. …

 

   Kur’an ayetlerini okuyup düşünenlerin bile ayette anlatılmak istenenin ne kadarını anladığı ayrı bir konudur. Not etmemiz gereken başka bir konu ise ayetlerin sadece Kur’an’da yazıya dökülen sözler olmadığını ve fakat yaratılış terimi içinde düşünülebilecek makro ve mikro her şeyin ve yaratılıştaki ve işleyişteki düzenin O’nun bir ayeti olduğunu bilip gereğini yapmamızdır:

 

Kur’an 3-191 Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler

 

Kur’an 54-17,22,32,40  Andolsun ki, biz Kur’an’ı öğüt ve ibret için  kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?

 

    Buraya kadar sunulan Kur’an ayetlerinden, hangi vahiy kitabı olursa olsun ilahi mesajı sadece ruhsal yönden diri olanların ve ayetler üzerinde düşünenlerin anlamaya başlayabileceğini görüyoruz. Bir beşerin ruhsal bakımdan uyanmış olması yani diri olması o bireyin her gerçeği anlayacağı demek değildir. Çünkü dirilik kavramının bireye kazandırdığını düşünebileceğimiz yeteneğin de sonsuz olduğunu sanıyorum. Önemli olan uyanmanın yani dirilişin giderek artmasıdır. Bu gerçek Kur’an’da açık bir şekilde gösterilir:

 

Kur’an 35-22  Diriler de eşit olmaz, ölüler de.  Allah dilediğine işittirir.

 

     Son ayette “Allah dilediğine işittirir.” Cümlesini dirilişin başlamasının ve devam etmesinin Allah’ın izni ile olabileceğini anlıyoruz. Her varlık farklı bir tekamül yoluna sahip olduğu için diriliş yaptığı menzil de farklıdır ve her an değişebilmektedir. O yüzden ayetlerin gerçeğini her varlık kendi penceresinden okur. Gerçek üstü gerçek ise sadece O’nun tekelindedir.

   Ruhsal diriliş konusunun sadece dünyada yaşam bulmuş beşeri varlıklar için olmadığını düşünüyorum. Ahiret denilen ve biyolojik ölüm sonrası özümüzün ulaştığı duraklarda da eğitimin devam edeceğini tahmin edebiliriz.

 

Kur’an 37-164 Bizim, istisnasız herbirimizin bilinen bir makamı vardır.

 

Kur’an 12-76 ...Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz.  Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır

   Dünyada yaşam bulan beşerin bağımlısı oldukları kitapta kendilerine gösterilen hedeflerin varlığından haberdar olduğunu sanıyorum. Özellikle Kur’an bağımlıları cennetten haberdardır. Kur’an okuyanlar ise muhtemelen tekamülle ulaşılabilen, Adem’in Makamından (meleklerin Adem’e secde ettiği konum) haberdardır. Gösterilen bu hedeflere ulaşabilmenin önceliğinin beşerin kendisine yaratıcı güç tarafından lütfedilen düşünme yeteneğini kullanması olduğunu sanıyorum. Madde ile dünyamızdaki denenme eğitimini tamamlayıp meleklerin görev yaptığı çeşitli boyutlarda görev alabilmek için özümüzü hangi eğitim ve sınavların beklediğini bilmiyoruz. Değişik görev boyutlarının varlığını yukarıda verilen ayetler (37-164) ve(12-76) açıkça ifade etmektedir.

 

   Beşerin dünya hayat serüvenine dönersek Yaratıcı Gücün izni ile düşünme yeteneğini kullanmaya başlayan birey olabilir ki kendini tanımaya ve yaratılmışları anlamaya başlayabilir. Bireylerin farkındalıkları arttıkça vahiy kitaplarındaki mesajı anlamaya başlayacaklar ve bireyler kendilerinden bekleneni yerine getirmeye yani barışa hizmet etmeye çalışacaklardır. Çünkü artık o birey için ötekileştirme son bulmaya başlamıştır. Her toplumda, yazılı veya diğer ayetler konusunda düşünerek farkındalığı yükselmiş bireylerin sayılarının artması yegane dileğimiz olmalıdır. Böylece bireysel, toplumsal ve daha da ileri giderek küresel barış yolunda ilerleme sağlanabilecektir.

bottom of page