top of page

EVRENSEL BARIŞ

   Barış nedir? İkilemin geçerli olduğu dünyamızda barış, savaşın karşıtı olarak kullanılır. Savaş nedir? Son sorunun cevabı makro veya mikro ölçekte huzursuzluk, düzenin bozulması demektir. Kavrama yeteneğimizin ötesindeki bir büyüklük ve karmaşıklıktaki Evren’de ise DÜZEN vardır.  Demek ki yaratılışın özünde düzen vardır. Yani BARIŞ vardır.

 

       Barış, yani birlikte var olmak, Yaratan Güç’ün planıdır ve O’nun varlık alemine hediyesidir. Varlık birlikte var olamazsa, yalnız olacaktır. Yalnız olan var olduğunu bilemez. Var olduğumuzu ancak diğer varlıklarla birlikte olursak idrak edebiliriz. Yaratılmışlar birbiri ile birlikte var olmayı içselleştirmişlerdir. Bu olay bir idrak meselesidir. Beşeri ölçülere sığmayan yaratılmışların aleminde bu idrak vardır. Çünkü her varlık BİR’in cüzleri olduklarını; ben, sen, o, değil BİZ olduklarını fark etmişlerdir.

     Dünyada yaşam imkanı bulmuş olan beşerin havaya ihtiyacı vardır. Normal şartlarda hava her bölgede bileşenleri bakımından aynıdır. Yeter ki bölgesel olarak beşerin kendisi tarafından kirletilmemiş olsun. Yani bütün dünyada havanın paylaşımında eşitlik vardır. Aynı şekilde yaşam için gerekli olan güneş her birey üzerine her gün doğar( Enlem etkisini hariç tutarak). Yaratılışın sağladığı bu şartlar bireyler arasında eşit paylaşımı sağlar. Dünyamızın güneş etrafında dönerken yaptığı bazı hareketler yıl boyunca çeşitli enlemlerde mevsimlerin oluşmasını sağlarken farklı enlemlerde yaşayan toplumların yöresel coğrafi şartlara uyum sağlayabilmek için farklı kültürler oluşturduğunu yani yaratıcı gücün tek tip üretimi arzu etmediğini hatırlamakta yarar umulur. Böylece beşer, dünyamızın farklı yörelerindeki farklı kültürlerin ve bunun sonucu olan farklı üretimlerin farkına varır ve bu gelişim küresel boyutta paylaşıma izin verir ki bütün bunların İlahi Adalet’in bir yansıması olduğunu düşünebiliriz. Dünyamızın sağladığı ürünlerin küresel boyutta paylaşımı aynı dünyayı paylaşan beşeri varlıkların birlikte yaşam arzusuna bağlıdır ve paylaşma ne kadar adil ise küresel boyutta barış beklentimiz de o kadar yükselecektir.

      Bir arada yaşama arzusu gösteren bireylerin dünyamızdan elde ettiği ürünlerin paylaşımında adalet gerekli ise de beşerin nefsindeki doymazlık yüzünden çoğunlukla paylaşım adil değildir. Paylaşımdaki adil olmayan davranışlar toplumda huzursuzluğu davet eder ve bunun sonucu ise barışın bozulmasıdır. Toplumsal Barışın sağlanmasında Adalet’in gözetilmesi esastır. Toplumlar kendi içlerinde barışı sağlayabilmek için kurallar ve bu kuralları uygulayıcılar sistemini oluşturmuştur. Toplumsal barışın gerçekleşmesinde hangi adalet sistemi etkili olabilir?                                         

-İnanç öğretilerinden kaynaklanan kurallar mı?

-Beşerin zaman içinde kendi geliştirdiği kanunlar mı?

- Yoksa bireylerin vicdanlarının sesinin hakim olduğu bir Adalet sistemi mi?

    Öncelikle inanç öğretilerini bu açıdan incelemeye çalışalım. Günümüzde huzurun uzun süredir bozulduğu Ortadoğu bölgesinde tebliğ edilmiş din kitaplarındaki inanç öğretileri esas alınarak ileri sürülen kurallardan örnek olarak bazılarını hatırlayalım:

Eski Ahit’te verilen On Emir’den bazıları şunlardır;

-Adam öldürme

-Çalma

-Yalan yere tanıklık etme

 

   Yeni Ahit’te (İncil) ise İsa’nın çok bilinen ve fakat İncil Bağımlıları tarafından göz ardı edilen sözleri ise şunu söyler:

 

Matta İncili 5-39 Size kötü davranandan intikam almayın. Sağ yüzünüze tokat atana sol yüzünüze de vurmasına izin verin.

Matta İncili 5-44 Düşmanlarınızı sevin ve sizi cezalandıranlar için hayırlar dileyin.

    Benzer şekilde Kurân’da ise inananlara barışı öneren yüzden fazla ayetten aşağıda verilen bir iki örneği hatırlayabiliriz:

Kur’an 41-34 Kötülüğü en güzel tavırla sav.

Kuran 5-45 Kim kısası bağışlarsa bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur.

Kur’an 2-208 Ey iman sahipleri! Hepiniz toptan barış içine girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin.

Kur’an 5-3 Ey iman edenler! …Mescid-i Haram’a girmenizi engellediler diye bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi saldırganlık ve düşmanlığa sakın itmesin. İyilik, güzellik, hayır ve takva üzere yardımlaşın.

     Görüldüğü gibi Allah’ın Dini’ni anlattığı düşünülen üç kitap, inananları (Takip ettiği kitap hangisi olursa olsun) barışa yönlendirmektedir. Başka bir yönlendirme zaten yaratılışın özüne aykırı olurdu. Çünkü yaratılışta sevgi var, barış var. Ancak bahsedilen üç kitaptan hangisinin bağımlıları tebliğ kitaplarındaki önerileri anlayıp, içselleştirip, hayatına yansıtmaktadır? Hiçbirisi dersek sanırım pek hata yapmış olmayız. 

     Dünyada yaşam imkanı verilmiş beşerin maddi ihtiyaçları vardır. İhtiyaçlarını, birey karşılayamadığı ve yeterli doyuma ulaşmadığı zaman o birey açtır. Aç olan birey, oluşturulmuş sistem içinde emek vererek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Toplumu oluşturan bireylerin yetenekleri aynı değildir. O yüzden her bireyin emek karşılığında sağlayacağı doyumun eşit olmasını sağlayacak bir çözüm ütopik olur. Böyle bir çözüm toplumu oluşturan bireyler arasında sağlanmış Mutlak Eşitlik sonucu olabilir ki günümüz bireylerinin güdülenmesini (motivasyonunu) yok edeceği için önerilemez. Ancak bireyin topluma yapacağı katkının adil değerlendirilmesi gerekir. Günümüzde pek çok iş konusu olduğunu düşünürsek böyle bir değerlendirmenin çok güç olduğu bellidir. Fakat günümüzde en azından emek-kapital ilişkisinde emeğin kazancının artırılmasının faydalı sonuçlar vereceği açıktır. Zaten dünyamızda asırlardır küresel boyutta doğudan batıya ve güneyden kuzeye varlık transferi yapılmıştır. Sonuçta ülkeler arasında sahip olunan varlık farkı aşırı artmıştır. Küresel boyutta uygulanmakta olan politika ise bu farkın daha da artmasına sebep olmaktadır. Diğer taraftan her ülkede varsıl ve yoksul  arasındaki gelir farkı da giderek açılmaktadır. Bu şartlar altında BARIŞ oluşturulabilir mi?  

 

    Günümüzde iletişim teknolojisinin gelişmiş durumu, dünyada yaşayan her bireyin her an başka ülkelerde ne olup bittiğini öğrenmesine imkan verir.  Yoksul ülkelerde yaşayan bireylerin varsıl ülkelerde yaşayan bireylerin sahip oldukları imkanlardan haberdar olmaları ve sonucunda aynı imkanlara sahip olmak istemeleri doğaldır. İsteğin tatmini gerektiğine kuvvetle inanılırsa bazı bireylerce kanun dışı davranışların sergilenmesi mümkündür ve bu durum maalesef gerçekleşmektedir. Böyle bireylerin var olan kanunlar çerçevesinde konumu suç işlemiş olmaktır. Acaba böyle bir yargıya varırken toplumdaki şartların bireyleri suça teşvik ettiği göz ardı mı edilmektedir?

    Toplum içinde bireysel tatminsizlikler kitle hareketlerine yol açabilir ve açmaktadır. Günümüzde yoksul ülkelerden varsıl ülkelere vuku bulan kitlesel göçler bu gerçeğin bir sonucudur. Bu göçlerde bireyler ölümü bile göze alabilmektedirler. Göç edenlerin karşılaştıkları güçlükler ve yaşadıkları acılar bütün dünya toplumlarının gözü önünde meydana gelmekte ve dünya gördüklerine duyarsız kalmaktadır. Gözlemlenen acı olaylar, küresel boyutta uzun bir süredir uygulanan ekonomik politikaların sonucu değil midir?

 

    Yoksulların, kanun dışı olduğu iddia edilebilecek, bireysel veya kitlesel davranışlarının sebebi varlık dağılımındaki adaletsiz ve hatta ölçüsüz aşırılıklardır. Yoksulların haklarını almaya yönelik davranışlarının kabul edilemez olduğu ve cezalandırılması gereği var olan kanunlara göre şeklen doğru olabilir. Ancak o kanunları kim yapmaktadır? VARSILLAR. Küresel boyutta konuya bakarsak dünya ekonomik sistemine yön veren kuralları kim koymuştur? VARSILLAR.  O zaman şu soruyu soralım; hani varsılların sürekli kullandıkları bir terim olan, demokrasi nerede? Gerçek demokrasilerde toplum için veya daha geniş ölçüde küresel boyutta alınacak kararlara VARSIL-YOKSUL herkesin katılması gerekmez mi?

     Dünyada barıştan bahsedilebilmesi için küresel ölçekte barışın gerçekleştirilmesi esastır .  İletişimin arttığı günümüzde dünyamızı tek bir beden gibi düşünmeliyiz. Küremizin herhangi bir bölgesindeki huzursuzluk sadece o bölgede kalmaz, dünyamızın farklı bölgelerinde de etkisi görülecektir. Küresel boyutta Barıştan bahsedilebilmesi için küresel boyutta ADALET’in etkili olması gereklidir. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler, şekil olarak uygun bir organizasyon olsa da küresel boyutta kabul görecek eylemleri pek görülmemektedir. Çünkü Birleşmiş Milletler kurumunda alınacak ve uygulamaya konulabilecek kararların şekillenmesinde esas olarak beş ülke etkilidir. Kararların alınmasında beş ülkeden her biri kendi milli çıkarlarına öncelik vermektedir. O yüzden alınan kararlarda ADALET’in varlığından bahsedilemez.

     Oysaki Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanmış olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden Madde 22/3 aynen şöyle der:

“Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.”

    Bu maddenin hedefinin gerçekleşmesi gelişmiş ülkelerde, yeterli olmasa da kısmen sağlanmış görünüyor. Fakat ekonomisi gelişmemiş ülkelerin halkları için aynı imkanların sağlandığını söylemek mümkün değildir. Bu Adaletsiz durum, kısmen o ülkelerin güç sahiplerinin hatası ise belki de daha büyük ölçüde Batı’da yerleşik olan ve dünya finans sistemini kontrol eden güçlerin izledikleri politikalar yüzündendir. Bu gerçeklerin varlığında yapılması gereken nedir? Her ülkede bireylerin oluşturacağı bir toplumsal girişim eğer küresel ölçekte güçlenebilirse, Küresel boyutta ADALET’in  ve dolayısıyla küresel BARIŞ’ın gerçekleşmesi yönünde ciddi adımlar atılmış olacaktır. Yeter ki küresel güç odakları ve çeşitli ülkelerdeki uzantıları sivil girişimi sonuçsuz bırakacak insanlık dışı engellemeler yapmasınlar.

 

   Barışın gerçekleştirilmesinde paylaşımın önemini Kur’an bakın nasıl özetliyor:

 

Kur’an 16-71 Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp ta hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkar ediyor bunlar? 

     Yaratılışta insanlar fiziksel görünüm, zihinsel kapasite v.d.  yönünden aynı değildir. Daha sonra hayatta edinecekleri bakımından da eşitlik

görünmemektedir. Hemen aklımıza şu soru geliyor: YARATAN’ın yaratışında bir ADALET’sizlik mi var acaba? Soruyu kimin sorduğuna göre soruya cevap bulunacaktır. Eğer içinde yaşadığımız dünyanın bizler gibi henüz madde ile denenme safhasında olanlar için bir okul olarak düzenlendiğini biliyorsak Yaratılışta ADALET yokluğundan bahsetmek mümkün değildir. Eğer dünyaya gelişimizden başlayarak her birey hem doğuştan hem de sonradan edinilen imkanlar yönünden aynı olsa idi hangi birey ne ile denenecekti? Her yönden aynı olan bir dünya ayrıca çok da sıkıcı olacaktı. Farklılıklar bireylerin denenmesinde vasıta olmaktadır. Madde ile denendiğini idrak edenler ise gerekli sınavları geçmişlerse artık dünyada tekrar bedenlenmelerine gerek olmayabilir ve onlar artık muhtemelen farklı boyutlarda değişik sınavları başarmak zorunda olabilirler. Dünyamız madde ile denenenler için bir okul olduğuna göre madde ile denenmeye gerek olduğu sürece dünya okulu görevine devam edecektir; yani bireyler arasındaki eşitsizlik sürecek ve insanlık bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır.  Ancak meselenin aslını biraz olsun idrak edebilenler olayları kendi oluşuna mı bırakacaklardır? HAYIR, onların güçleri yettiğince beşerin, beşer için yarattığı, beşeri adaleti en azından beşer lehine daha geliştirilmesi için gayret göstermeleri gerekir ki sanırım böyle bir çalışma da onların sınavı olacaktır. Çünkü, olayların gelişmesi tam anlamıyla kendi akışına bırakılacak ise sayısız Tanrı Elçisi, niçin görevle dünyamıza gönderildi sorusu cevapsız kalacaktır.   

    Barışın oluşmasında birlikte yaşama arzusu önemlidir. Bireyler ve dolayısıyla toplumlar arasında görülen farklılıklar, özünde yüzeyseldir. İlgisi dolayısıyla şu Kur’an ayetini hatırlayalım:

 

Kur’an 49-13 … Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. …

 

    Yukarıda dünyada yaşam şansı bulan insanlar, eğer fiziksel görünüş, fiziksel ve zihinsel kapasite yönünden aynı olsa idi herhalde çok sıkıcı bir dünyamızın söz konusu olacağını ve o yüzden insanların birbirleri ile denenme olanağı ortadan kalkacağından bahsedilmişti. Tersine farklılıklar vardır ve bunun farkına varanlar dışında kalanlar var olan durumu maalesef lehlerine yarar sağlamak için kullanmışlardır. İşte bahsedilen farklılıkların gerekliliğini anlayabilirsek bireylerin bir arada ve uyum içinde yaşamaları için uygun şartları sağlayabiliriz diye düşünüyorum.

 

      İnsanoğlu doğarken ve hatta ana rahminde iken mücadele etmek zorundadır. Ancak mücadele ile hayata tutunabilir. Doğduktan sonra ise hayatının her safhasında kendisine yönelmiş tehditler vardır ve onlarla durmaksızın mücadele ederek büyür, gelişir. Mücadele devam eder ve adına da hayat mücadelesi deniyor ve bu mücadelenin gerçeği ise beşerin var olmak ve varlığını devam ettirebilmek için verdiği çetin uğraşıdır. Hayat mücadelesinin hangi safhasında olursa olsun sarf edilen çaba hep bireyin biyolojik gereksinimlerini tatmine yöneliktir. Pekala, verilen bütün çabalar sonucu bireysel istekler tatmin edilmiş olsa bile bu birey mutlu mudur? Cevabın olumlu olma ihtimali çok zayıftır. Çünkü bireyin gereksinim duyduğu şeyler çok çeşitlidir, çok yeni ihtiyaçlar ortaya çıkmakta ve miktar zamanla artmaktadır.  Bahsedilen ve giderek doyumu zorlaşan ihtiyaç giderme çabasını bir kenara bıraksak ve birey dikkatini başka bir tarafa, kendine çevirse ve mücadelesini içe dönük ve kendisi ile yapsa, dışa dönük çabasının her zaman gerekli olmadığını fark edecektir. Çoğunlukla süregelen sistemde bir bireyin hayat mücadelesindeki makul olmayan kazancı çoğunlukla bir başkası veya başkalarının kaybı ile sağlanmaktadır. Genelleştirirsek böyle bir resim toplumun mutluluk resmi değildir. Mutlu olmayan bir toplumda ise BARIŞ söz konusu bile olamaz. Toplumsal BARIŞ’a ulaşabilmek için bireyler öncelikle kendi kendileri ile mücadele etmelidir. Kur’an’da söz konusu edilen Cihat kavramının esas anlamının böyle anlaşılması gerektiğini sanıyorum. Söz konusu edilen bireysel EGO mücadelesinde başarı sağlandıkça bu başarının dışa yansıması özgeci davranışlarla süslenecek ve bu davranışlar, çevresinden o bireye olumlu dönüşler sağlayacaktır. Görülen o ki bireyin öncelikle kendi iç mücadelesinde kazanabilmesinin sonucu olan bireysel mutluluk, Toplumsal BARIŞ’ın yerleşmesinde temel taşı görevini yapacaktır. Bu safhada sorulması gereken soru şudur: Bireylerin iç mücadelesini yapması nasıl sağlanacaktır?

     Dünya tarihinde savaşları başlatanlar erkeklerdir, zaten kadınların karar verici konumda olması hali ile ilgili olarak sadece birkaç örnek verilebilir. Genellikle de savaşı başlatanlar siyasetçilerdir. Diğer taraftan savaşlarda yaralanan ve hayatını kaybedenler çoğunlukla savaşan erkeklerdir. Savaş kazanılırsa siyasetçi kahraman olur. Ölenleri ve yaralananları bir süre sonra kim hatırlar? Özellikle de savaş kaybedilmiş ise. Kadınların ise savaşlardan fevkalade olumsuz etkilendiklerini belirtmeye dahi gerek yoktur. Fakat bir kadın ne kocasını ne de oğlunu, mutlak gereksinme yok ise, savaşa göndermek istemez. Hemen hemen her erkek bir kadının sütü ile beslenmiştir. Anne sütü ile beslenen çocuklar hayatlarının daha sonraki dönemlerinde başkalarının hayatını hiçe sayabilmektedir. Erkek çocuklardaki bu davranışın sebebi her halde bedenlerindeki hormon değişiklikleri ve muhtemel çevre etkisi olmalıdır. Kız çocukları ise çoğunlukla birer anne ve eş olarak yaş alırken genel olarak saldırgan davranışlardan kaçınırlar.  İki cinsin davranışları arasında apaçık farklar ortada iken toplumlar içinde ve genel olarak bakıldığında küresel ölçekte BARIŞ içinde yaşanabilmesi ve bunun devamlılığı için karar vericiler arasında kadın sayısının artması, her bireyin arzusu olmalı ve bu sonucun oluşmasını sağlayacak çalışmalar yapılmalıdır.

   Evrensel Barışın yolu bireysel barıştan geçer. Öncelikle bireyler kendi içlerinde kendileri ile barışık olabilirse bu barışıklık bireyin diğer bireylerle barışık olmasını sağlar ve halkanın giderek genişlemesi ile küresel barışa ve sonunda evrensel barışa ulaşabiliriz. Yani çeşitli konularda olabileceği gibi barışın evrensel ölçekte gerçekleşmesinde de birey yapı taşı görevini üstlenmiştir. Görevi taşımak veya taşımamak konusunda kendisi özgürce karar verebilmelidir. Sanırım bu yolda bireyin adım atması ve adımlarını devam ettirebilmesi için her günün yeni bir gün olduğunu düşünerek şu deyişi hatırlaması gereklidir:

DÜNÜN  ÖFKESİNİ  BUGÜNE  TAŞIMA.  HER  GÜN  YENİ  BİR  GÜNDÜR

bottom of page