Evrensel Din
Universal Religion
GERÇEK İBADET
İbadet konusu kendilerine bir elçi vasıtası ile vahiy gönderilmiş toplumlarda özellikle Kur’an bağımlısı toplumlarda genellikle sadece şekle ve zamana bağlı ritüeller çerçevesinde değerlendirilip uygulama yapılmaktadır. Vahiy kitaplarının mesajı önemlidir ve gereğinin yapılması elzemdir. Ortadoğu Coğrafyasında Vahiy kitabı olarak bilinen ve günümüze kadar ulaşan kitap Tevrat’tır. Kur’an’ın mesajına göre Tevrat bağımlılarının kendilerinden bekleneni yapmadıkları anlaşılıyor:
Kur’an 62-5 Sırtlarına Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah’ın ayetlerini yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür.! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve güzele ulaştırmaz.
Tevrat’ın tebliğ edildiği toplumun bilinç seviyesi ile Kur’an’ın indirildiği toplumun bilinç seviyeleri her halde farklı idi. Günümüzde ise Kur’an bağımlısı toplumların bilinç seviyesi yedinci asır Arap toplumunun bilinç seviyesinden çok daha farklıdır. O yüzden Kur’an’ın mesajının değişen şartlara göre düşünülmesi gerektiğini sanıyorum. Acaba Kur’an, bağımlılarına ne önermektedir? Mesele sadece şekle ve zamana bağlı ritüellerle sınırlı mıdır, yoksa Kur’an bize daha değişik şeylerin varlığını mı haber vermektedir?
Gerçek İbadet nedir sorusunun cevabını aramaya başlarken, her konuda olduğu gibi ibadet konusunda da şu ayeti devamlı hatırlamakta yarar olduğunu düşünüyorum:
Kur’an 2-147 Gerçek, Rabbinden gelir. O halde sakın kuşkuya düşenlerden olma.
Bireylerin, inandıkları tebliğ kitabından ayetleri özellikle anadillerinde değilse, ezberleyip zaman zaman tekrar etmeleri neyi ifade eder? Fizik öğrenen bir öğrenci fizik kitabındaki formüllerin ne ifade ettiğini bilmelidir, Yani işin özüne girmelidir. Sadece fizik formüllerini ezberleyen ve fakat işin özünü bilmeyen bir öğrenci alıştıklarının dışında önüne gelen fizik problemlerini çözemez. Benzer şekilde hayat okulunun öğrencileri de tebliğ kitaplarını anlamak için okumalıdır. Ancak anlamadan okumak hayat okulunun sınavlarında başarısızlığa sebep olacaktır. Zaten kitabını anlamak için okuyan birey kendisinden beklenen; daimi ibadete giden yola girmiş demektir. Aksi uygulamanın ise dönme dolabı çevirmekten farkı yoktur. Unutmayalım ki bağımlısı olduğu kitabı kendi anadilinde okumayan beşer için gerçek sadece kendisine din adamları tarafından dayatılan kurallardır. Bunların “Rabbimizden gelen gerçekler” olduğunu kim iddia edebilir?
Yaşadığımız dönemde (din devri) mesajı ileten kitaplarda önerilen ve fakat din adamları tarafından üzerine basılarak toplumlara ibadet olarak dayatılanlar şekil ve zamana bağlı ritüeller değil midir? İlk bakışta, o ritüeller din devrinde her toplumda birlikteliği sağlar görünür. Aslında o ritüellerin Gerçek İbadete bir başlangıç olarak düşünülmesi gerektiğini sanıyorum. Kur’an bağımlılarının uyguladıkları ve Kur’an’ın tebliğ edildiği bölgede toplumun bildiği ve uyguladığı kurban kesme, hac ve oruç konusunda açıklama getiren aşağıda verilen Kur’an ayetleri belirtilen ritüellerin insanlar için bir dayanak ve kutsallık sembolleri olduğunu ifade ediyor:
Kur’an 5-97 Allah Kabe’yi, o saygıya layık evi, o saygıya layık “ay”ı, o boynu bağsız ve bağlı kurbanlıkları insanlar için bir dayanak, bir güven unsuru kıldı. …
Kur’an 22-36 Biz o büyükbaş hayvanları da Allah’ın kutsallık nişanları arasına koyduk...
Kur’an 22-37 Onların ne etleri ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır. Onları size bu şekilde boyun eğdirdi ki, sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı yücelterek anasınız.
Kur’an bağımlısı toplumlarda zamana ve şekle bağlı ritüellerin birey tarafından yerine getirilmesinin bireyin ahirette cezalandırılmasını önleyeceği gibi bir inanç vardır. Fakat Kur’an aynı kanaatte değildir:
Kur’an 9-18 Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a, ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayan kişiler onarır. İşte bunların, hidayete erenlerden olmaları beklenir.
Ayet gerçekten çok ilginçtir. Allah’a, ahiret gününe inanmak hatta namaz kılıp zekat vermek ve dahası Allah’tan başkasından korkmamak fillerinin hidayete ermek için yeterli olamayabileceği ifade edilmektedir. Günümüzde ise şekle ve zamana bağlı ritüelleri yerine getiren ve fakat Allah’tan başkalarından korkan yani örnek olarak o toplumun egemenlerinin arzusuna göre davranıp gerekirse adaleti ayaklar altına alanların sayısı ne kadar çoktur değil mi?
Örnek olarak yukarıda bahsedilen ritüeller, Kur’an bağımlısı toplumlarda Gerçek İbadet’in alfabesi gibi ele alınabilir mi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Özellikle kurban kesme ritüeli ile ilgili ayet (22-37) din öğretisinin hedefini açıklamaktadır. Anlayabildiğimiz kadarı ile hedef, vahye inandığını düşünen bireyin toplum içinde açıktan ve gizli olarak güzel davranmasıdır ki bu davranışların değerlendirmesi ise beşeri imkanlarla çoğu zaman mümkün olmayabilir ve o yüzden bireyin davranışlarının gerçek değerlendirilmesi yaratılış kuralları içinde ilgili makam sahipleri tarafından yapılacaktır. Aynı ayette dikkatimizi çeken ilginç bir durum ise bireyin takvasının yani güzel davranışlarının O’na ulaşacağının vurgulanmasıdır. Bireyin yanlış olduğu düşünülen davranışları ise demek ki başka boyutlara ulaşmakta ve o boyutlarda değerlendirilip gereği yapılmaktadır.
Kur’an bağımlısı toplumlarda önem verilen namaz konusu sembolik de olsa beşerin Yaratan’ın huzurunda olduğunu düşünmesine yol açabilmelidir. Normal şartlarda inanmış olduğu düşünülen kişi ezan okunduğunda abdest alır yani fiziki olarak dış temizliğini yapar ve namaz ritüelini tek başına veya topluluk içinde yerine getirir. Ezan en basit haliyle Tanrı’nın yüceliğini belirtip, inanmış olduğu düşünülenleri O’nu anmaya çağırır. Namaz bittiğinde ise kişi gene günlük koşuşturmaya yani kişisel yarar sağlamanın yollarını arayıp bulmaya odaklanır. Konuyu biraz derinleştirelim ve diyelim ki birey günlük yaşamı esnasında sadece namaz vakitlerinde değil her an O’nu düşünse ne olur? Yani birey eğer her an Tanrı huzurunda olduğunu idrak edebilirse sürekli namaz halinde olur ve her an gerçek hac durumunu yaşamaktadır ve kişinin ne ağzından yanlış bir kelime çıkabilir ne de yanlış bir düşünceye sahip olabilir. Yani her an gerçek oruç halini yaşayacaktır. Ancak kişinin böyle bir idrake ulaşabilmesi için sanıyorum bütün yaratılmışlarda yaratanın yüzünü görebilmesi gerektiğini aşağıdaki ayetten anlıyoruz:
Kur’an 2-115 …O halde nereye dönerseniz orada Allah’ın yüzü vardır. …
Demek oluyor ki beşerin biyolojik olarak gözü kulağı çalışmakta ve fakat Allah’ın yüzünü her yönde göremediği için ve bütün yaratılmış O’nun varlığını ve yüceliğini sürekli haykırdığı halde duyamadığı için Kur’an bağımlısı toplumlarda belli saatlerde ezan okunarak O’nun varlığı birazcık da olsa duyurulmaya çalışılmaktadır. Kur’an’ın tebliğ edildiği dönemde ezan uygulaması anlaşılabilir. Aradan asırlar geçtiği halde inanmış olduğu düşünülenlerin O’nu anmak ve yüceltmek için ezana ihtiyaç duymaları geçen zamanın boşa geçtiğini anlatıyor olabilir mi?
Tevrat, İncil ve Kur’an bağımlılarının oluşturdukları toplumlarda kendilerine tebliğ edilen vahye inanan bireylerin uymak zorunda olduklarını düşündükleri helal-haram kavramları da kısacık da olsa değinilmesi gereken konulardan biridir. Bu konuda örnek olarak Musevilere bazı şeylerin haram kılınması konusunu açıklayan Kur’an ayetini hatırlamak yararlı olacaktır:
Kur’an 4-160,161 Yaptıkları zulümler ve birçok insanı Allah yolundan alıkoymaları yüzünden daha önce kendilerine helal kılınmış tertemiz şeyleri, Yahudilere haram kıldık. Ve ribayı almaları yüzünden ve haksız yollarla insanların mallarını yemeleri yüzünden, …
Görülüyor ki toplumlara, bilip uygulamaları arzu edilen helal-haram kavramları her toplumun bilinç seviyesi ve daha önceki dönemlerdeki davranışlarına göre tanımlanmakta olup aslında o toplum için öngörülen eğitimin bir parçası olarak düşünülebilir.
Kur’an bağımlılarının namazlarında görülen ve diğer kitap bağımlılarının da uyguladığı anlaşılan secde etme fiili kişinin bedeninin bazı kısımlarının zeminle temas etmesi durumudur. Secde şekil ritüelidir. Acaba secde eden kişi uygulamasının anlamının farkında mıdır? Adem’in çocukları secde ederken aslında O’nun huzurunda olduklarını düşünebilseler o zaman gerçek secde yapmış olurlardı. Gerçek Secde, birey için kul olmanın şuurlanmasıdır ki bu fiille bireyin egosu sıfırlanmaktadır. Yani varlık Hiç olduğunu anlamış, kabullenmiş ve Hiçliği yaşamaktadır. Hiçliği yaşadığı için Hepliği aslında idrak etmeye başlamıştır, yani İlahi Şuur’un bir parçası olmuştur. Artık onun her düşüncesi ve davranışı İlahi Şuur içindedir ve aslında böyle bir şuurlanmaya ulaşabilmiş varlık O’nun Arzu’sunun gerçekleşmesinde bir neferdir.
Bu anlatılanlar ışığında aşağıda verilen ayeti ele alalım:
Kur’an 22-67 “Her ümmet için bir ibadet şekli belirledik. Artık onlar onu izlerler.”
Bu ayetin, Kur’an’ın tebliğ edildiği dönemde diğer Kitap bağımlıları ile meydana gelebilecek sürtüşmeleri önlemeye yönelik olduğunu düşünebiliriz. Ancak gene Kur’an’ın verdiği müjdeli ayeti hatırlarsak;
Kur’an 43-33, İnsanlar bir tek ümmet haline gelmeyecek olsalardı,
Bu şartlar gerçekleştiğinde yani Adem’in çocukları, tamamı, tek bir toplum olabildiğinde farklı olduğu düşünülen vahiy kitaplarının bağımlılarının aralarında var olduğu düşünülen ve aslında beşerin oluşturduğu farklar yok olacaktır. Çünkü inanmış olanlar artık gerçek ibadetin anlamını anlamaya başlamışlardır. Her birey artık O’nun birer neferi olarak dünyada görev yapmaya başlayacaktır diye düşünüyorum.
Din öğretisi insan içindir. İnsan din için değildir. Yani Din öğretisinin merkezinde insan vardır. Toplumlara din adamları tarafından dinin temeli olarak dikte edilen ritüeller bireyin kendisini ilgilendirir. Birey diğer bireylerle birlikte bir toplum içinde yaşamaktadır. Özellikle ülkemizde din adamlarının topluma genel olarak dayattığı öğretinin bir uygulaması da dünya için çalışma ile ahiret için çalışmanın birbirinden ayrılmasıdır ve aynı kaynaktan etkilenen toplumdaki genel inanışa göre, şekil ve zamana bağlı ritüeller ahiret için çalışma olarak düşünülmektedir. Kanaatimce ahiret ve dünya birbirinden keskin hatlarla ayrılamaz. İkisi birbirinin devamıdır. Dünya sadece bir okuldur ve ruhun tekamülü için madde ile denenmesinde bir eğitim aracı olarak kullanılmaktadır. Dünya hayatı döneminde bireyin var olan şartlarda yaşamını devam ettirirken sergilediği her davranış, ağzından çıkan her söz ve her düşüncesi ruhsal tekamülüne doğrudan etki yapar. Yani bireyin dünyada yaşarken her yaptığı ahiret içindir. Bu gerçeklik, din öğretisi tarafından bireye toplum içinde ne yapması gerektiği aşağıda verilen Kur’an ayetleri ile özetlenmektedir. Bu ayetlerden ilki öncelikle Allah’ın son elçisi Muhammed’e hitap etse de kanaatimce ayetteki öneri bütün diğer inanmışlara; bağımlısı oldukları kitap ne olursa olsun, yöneliktir.
Kur’an 93-11 Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle yerine getir,
Kur’an 9-105 De ki: “İş yapıp değer üretin; Yapıp ettiğinizi Allah da, resulü de müminler de görecektir. Ve siz görülmeyen alemi de görülen alemi de bilenin huzuruna döndürüleceksiniz. …”
Bu ayetler hangi şekil ve zamana bağlı ritüeli öne çıkartıyor? Tersine değer üretmemiz isteniyor. Çünkü Din Öğretisi biraz önce değinildiği gibi insan içindir. Özellikle din adamlarının öne çıkardığı şekil ve zamana bağlı ritüeller bireyin sadece kendisi ile ilişkilidir. Verilen son iki ayet hakkında düşünürken, aldığımız her nefesin bile Rabbimizin nimeti olduğunu hatırlamakta fayda görürüm.
Kur’an dünya dışı varlıkların da olduğunu ve onların da ibadet ettiklerinden bahseder:
Kur’an 21-19 “Göklerde ve yerde ne varsa O’na aittir. Ve O’nun katındakiler O’na ibadet etmekten ne çekinirler ne de yorulurlar”
Kur’an 7-206 “Rabbi’nin katında olanlar büyüklük taslayıp O’na kulluktan yüz çevirmezler; O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde ederler.”
O’nun katındakiler kimlerdir ve onların O’na secdesi nasıldır? Onlar, sanıyorum yaratılıştan başlayarak belli görevleri yerine getirmek için yaratılanlar ki bunları melekler olarak kısaca tanımlayabiliriz ve ayrıca tekamül edebilme yeteneğine sahip olup muhtemelen liyakatları ile tekamül ederek çeşitli tekamül boyutlarında vazifelendirilmiş varlıklar olduklarını düşünebiliriz. Bu varlıkların tamamının O’na secde ve O’nu tespihlerinin, O’nun arzusu uyarınca hizmet etmek olduğunun dışında herhangi bir düşünce ileri sürmenin, beşeri imkanlarımızın çok dışında olduğunu söyleyebiliriz. Evet hizmet konusunun son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Beşeri hayatta dikkat edilirse her birey daha güçlüye hizmet eder. Bu yaşam tarzı toplumda bireyin her davranışını da etkiler. Hatta toplumda geçerli olan adalet kavramının tanımı ve uygulaması da egemenin gücünü güçlendirmek için tasarlanmıştır. Gerek İncil’de ve gerekse ağırlıklı olarak Kur’an’da bu yaşam tarzının yanlışlığı sergilenmeye çalışılmıştır. Kur’an’ın yukarıda takdim edilen ayetleri ve daha niceleri ise beşere İlahi Hiyerarşinin varlığının işaretlerini verirken her boyutun daha aşağıdaki boyutlara hizmet ettiğini düşünmeliyiz. Yani beşerin oluşturduğu hizmet anlayışı ve uygulamasının tam tersidir. İlahi Adalet işte budur ve böyle çalışır. Bu uygulamanın bir mikro örneğini beşer arasında da görebiliriz. Örneğin Allah’ın elçilerinin hayat hikayeleri toplumlarına hangi şartlarda ve neleri göğüsleyerek hizmet ettiklerini vahiy kitaplarında, özellikle de Kur’an’da görebiliyoruz. Dahası dünyada yaşayan bireylerden dirilmiş olanların henüz uykuda olan kardeşlerini uyandırmak için hiçbir yarar ummadan çalıştıklarını da biliyoruz ve gözlemliyoruz.
Vahiy kitaplarında, her kitabın bağımlılarına önerilen ve şekil ve zamana bağlı çeşitli ritüeller olduğuna biraz önce kısaca değinilmişti. Bunlardan bir tanesi de bireyin bedenini temizlemesidir. Bu temizlik te aslında semboliktir ve gerçek temizliğe yani ruhsal arınmaya hazırlık olarak görülmesi doğru olur. Konu ile ilgisi yönünden Musa’nın kısasında anlatılan ve ailesi ile seyahat ederken dağda gördüğü bir ateşten bir kor geri getirmek veya bir kılavuz bulma umuduyla ateşe yaklaştığında olanları hatırlayalım:
Kur’an 20-11,12 Onun yanına geldiğinde kendisine “Musa” diye seslenildi.
“Benim ben, senin Rabbin! Hadi pabuçlarını çıkar, sen kutsal vadide, Tuva’dasın
Dünyamızda, günümüzde kutsal bir bölge olduğunu sanmıyorum. Kutsallık sadece O’na mahsustur. Ancak ayette bahsedilen kutsallık olsa olsa Musa’nın Rabbi’nin o sırada orada bulunmasından kaynaklanan bir özelliktir. Yoksa kalıcılık olamaz. Bu özellik ise Musa’nın Rabbi’nin yüksek enerjisinin o bölgeye yansıması sonucu olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum bu resimde bize anlatılmak istenen yüksek enerjili o bölgeye Musa’nın girebilmesi için yerle teması sağlayan pabuçlarını çıkartması ile ifade edilen işlemle aslında bize bir mesaj verilmektedir. Mesaj beşerin dünya hayatı süresinde gerekli olan ruhsal tekamülünü yapabilmesine yöneliktir. Bahsedilen tekamül ise beşerin daha yüksek enerjili boyutlara yükselebilmesi demek olup bunun için madde ile olan bağlarını belki önce gevşetmesi ve dünyada yaşayabilmesi için elzem olanların dışındakileri terk etmesi gerektiğidir. İşte Kur’an’ın sıklıkla tekrar ettiği arınma konusu burada önümüze çıkar. Arınmadan kastedilen fiziksel temizlik değildir, ruhsal temizliktir. Arınmanın ne kadar önemli olduğunu örnek olarak aşağıda verilen ayetlerde görebiliriz:
Kur’an 91-9 Benliği temizleyip arındıran gerçekten kurtulmuştur.
Kur’an 26-89 “Yalnız temiz bir kalple Allah’a varan kurtulur.”
Ruhsal arınma ve gerçek ibadetin aslında birbirleri ile ne kadar yakın ilişkili olduğunu vurgulamak gerektiğini sanıyorum. Her konuda olduğu gibi hem ruhsal arınma ve hem de gerçek ibadetin sonsuz olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü bu özellikleri sergileyenlerin yolu sonsuzdur. O yüzden bu yolun yolcularının seyahatleri sırasında bazan mola verseler de temelli kalacaklarını sanmıyorum. Aksi davrananlar kaybedenlerden olacaklardır. Yol sonsuz da olsa yolun yolcusu olabilmek ve her anda gereğini yapmak sanıyorum ana plana uygun olarak her inanmış olandan beklenen bir fiil olduğunu düşünmek istiyorum.
Gerçek ibadet konusunda yukarıda söylenenleri özetlediğini düşündüğüm iki ayeti hatırlayabilirsek faydalı olacağını düşünüyorum:
Kur’an17-44 Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O’nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki O’nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz. O Halim’dir, Gafur’dur.
Kur’an 13-13 Gök gürültüsü de O’nu hamd ile tespih eder; melekler de O’ndan ürpererek. …
Bütün yaratılmışların “O’nu hamd ile tesbih etmesi” her yaratılmışın, yaratılışında kendisine vahyedileni, yani yaratılış içindeki görevini bilip görevini gereğince yerine getirmesi olarak tanımlanabilir sanıyorum. Bahsedilen tanımlamayı farklı kelimelerle Allah’ın Arzu Planı’na hizmet yapmak yani kısaca Allah’a yardım etmek diye de ifade edebiliriz ki bunu gene Kur’an’dan anlıyoruz:
Kur’an 61-14 Ey iman sahipleri Allah’ın yardımcıları olun! Hani, Meryem oğlu İsa, havarilere: “Allah’ gidişte benim yardımcılarım kimdir?” demişti de, havariler: ”Biz Allah’ın yardımcılarıyız.” Cevabını vermişlerdi. …
Aynı konu çerçevesinde zaman içinde pek çok bilinmeyenin, özellikle doğa olaylarının sebep-sonuç ilişkisi içinde açıklanabileceğini tahmin ediyorum. Beşerin durumu ise biraz farklıdır. Beşer O’nun izni ile tekamül edebilme yeteneğine sahiptir ve tekamül için çok muhtemeldir ki çeşitli okullarda gerekli görülen eğitimi alması planlanmış olmalıdır. Bu okullardan bir tanesi de dünyamızdır. Dünya okulunda beşer madde ile denenir ve madde bağımlılığı sona erinceye kadar dünya okulunda veya dünyadan gayrı bir okulda eğitiminin devam edeceğini düşünüyorum. Bunun için ruhun dünya okulunda defalarca bedenlenmesi gerekebilir. Dünyaya her gelişinde ise madde etkisinde olan ve kendisinin özü olan ruhu daha önce öğrendiklerini hatırlamayabilir. İşte bu safhada O’nun arzusu uyarınca düzenlenmiş ana plan gereği gönderilen elçiler görev yaparlar. Elçilerin görevi ölü bedenlerinde olup, uykudan uyanmaları gerekenleri uyarmaktır. Mesajı duyduğunda her birey uyanacak mıdır? Hiç sanmıyorum. Kur’an’da açıkça belirtildiği gibi sadece akıl ve gönül sahipleri mesajı duyabilirler. Diğerleri ise sıralarını bekleyeceklerdir. Çizilmeye çalışılan resimdeki olaylar açıktır. Her şey plan gereği yürümektedir. Aslında uyanmışla uyanmamış bireyler arasında fark yoktur. Hiçbir birey üzerinde baskı uygulanmamalıdır. Çünkü olanlar plan uyarıncadır ki bunun adı kader olarak beşere anlatılmıştır. Uyanmış olanlar ise hiçbir durumda büyüklük sergilememelidir. Tersine yaratılmışa hizmet etmeye çalışmalıdır. Konu ile ilgili ayet ne diyor? “Her bilenin üstünde daha iyi bilen vardır” (Kur’an 12-76). Gerçekten uyanmanın da sonsuz olduğunu sanıyorum. Her yeni uyanışın varlığın O’na ibadetinin gerçek ibadete, gerçek tesbihe daha da yaklaşmasına yardımcı olacağını söylesek her halde yanlış bir beyanda bulunmuş olmayız.