top of page

HAYAT İLLÜZYONU

    Uzunca bir süredir üzerinde yaşadığımız bu dünya gerçek midir? Yoksa her şey bir illüzyon mudur? Aynaya bakan kişi kendisini görür. Fakat gördüğü nedir? Baktığı ayna nasıl bir aynadır? Kısmen paslanmış bir ayna mıdır, ayna yüzeyinde çatlak var mıdır, yoksa ayna pürüzsüz bir yüzeye sahip ve optik bakımından mükemmel bir ışık yansıtıcı mıdır? Çünkü aynaya bakan kişi, aynadan kendisine yansıyan ışınlarla oluşan bir görüntüye bakmaktadır. Ayna mükemmel bile olsa acaba aynaya bakan kişinin görme yeteneği nasıldır? Aynadan yansıyan ışık ışınları nesnenin aynı bir görüntüsünü oluştursa bile nesneye bakan kişinin gözü sağlıklı mıdır, yoksa miyop, hipermetrop gibi veya başka bir görme kusuru var mıdır? Görme kusurlu bir kişinin gördüğünü sandığı şeyle gerçek arasında fark olabilir. İnsanoğlu madde dünyasında beş duyusu ile çevresini algılayabilir. Teknolojik gelişme sayesinde, yukarıda örnek olarak alınan görme kusurlarının giderilmesi mümkündür. Bunun için görme yeteneğimizi düzeltebilecek yardımcı nesneler kullanılması gerekecektir. Görme duyusu ile devam edersek insan gözünün detayları ayırma yeteneği en iyi şartlarda bir milimetrenin biraz altına inebilir. Daha küçük ve fakat var olan detayları görebilmek için yani o detayların da farkına varabilmek için yardımcı optik-elektronik nesnelerin kullanılması gereklidir. Örnek olarak optik mikroskoptan yararlanarak bir mikrometre boyutundaki detayları fark edebiliriz. Çok daha küçük detaylar için dalga boyu çok daha küçük ışınları kullanan tekniklerden yararlanmak gerekir.

    Gözlerimizle bir nesnenin algılanabilmesi için o nesneden çıkan ışınların gözümüze gelmesi icap eder. Gözümüze ışık ışını göndermeyen bölgeler ise karanlıktır. Örnek olarak bir yüzeydeki mikrometre boyutlarındaki bir çukurun içini normal şartlarda gözlerimizle göremeyiz. O çukur bize karanlık bir nokta olarak görünür. Yani etrafımızdaki nesneler hakkında görme duyumuzla bilgi sahibi olabilmemiz için o nesneden çıkan veya yansıyan ışık ışınlarının gözümüze kadar gelmesi gerekir. Diğer taraftan hatırlamamız gereken diğer bir gerçek ise insan gözünün duyarlı olduğu ışınların ışıma tayfının sadece dar bir bölgesini oluşturduğudur. Herhangi bir ışık kaynağı kimine göre sönüktür, kimine göre ise parlaktır ve böyle bir durumda kişinin vereceği hüküm kişinin görme yeteneğine bağlıdır.

     Benzer şekilde kulaklarımızın duyabildiği ses titreşimleri de ses titreşim tayfının çok dar bir bölgesini oluşturduğu gerçeğidir. Aynı şekilde koku alma ve tat alma duyularımız da sınırlıdır. İnsanlar dışındaki bazı canlıların koku alma duyuları çok daha hassastır. İlginç olan ise, insanları rahatsız eden bazı koku ve tatların diğer bazı canlı türleri rahatsız etmemesi ve hatta o canlıların hoşlandıkları koku ve tatlar olabilmesidir. Diğer taraftan ses titreşim tayfından insanların duyamadığı seslerin köpekler tarafından algılanabildiğini biliyoruz. Veya insanların hissedemedikleri bazı kokuları başka canlıların algılayabildiklerinin de farkındayız. Aynı şekilde bir birey için sıcak olan bir ortam bir başkasının rahat hissettiği bir ortam olabilirken bir başkası içinse soğuktur.

     Dokunma duyumuzla tümüyle dolu olduğunu sandığımız katı nesnelerin aslında atomik boyuta inildiğinde sonsuz bir boşlukta serpiştirilmiş atomlardan oluştuğu bilinmektedir. Bu bakımdan katı bir nesneyi gezegen ve yıldızların içinde dağılmış olduğu sonsuz uzay boşluğuna benzetebiliriz.

      Görünen o ki beşer çok çeşitlilik gösteren bir dünya ortamında çok kısıtlı bir algılama yeteneği ile yaşam bulmuş gibidir. Yani beşer duyularının sınırlı olması yüzünden sanılarla oluşturduğu bir ortamda yaşamaktadır. Beşerin beş duyusunun sınırlı güçte olmasının günümüzde medya tarafından toplumlarda güç merkezleri tarafından arzu ettikleri yönde bir algının oluşturulması için bir vasıta olarak kullanıldığını da hatırlamalıyız.  Ancak Yaratan beşere düşünme ve sorgulama yeteneğini eksik etmemiştir ki beşer bu sayede robotluktan kurtulmuş olup yeteneklerini kullanarak hem kendisini, hem de yakın ve uzak çevresini tanımaya çalışmış ve bu alanda oldukça başarılı da olmuştur. Beyin yeteneğini kullanarak, beşer, beş duyusunda yaratılışından gelen kısıtlamaları yenmeye çalışmış ve bu sayede örnek olarak gece görüş ve çok uzaklardaki gezegenleri inceleyebilmek gibi imkanlara ulaşabilmiştir.

     Yukarıda sunulan kısa incelemede beşerin beş duyusundaki fiziksel kısıtlamalar ve muhtemel sonuçları, sadece kısmen sahip olabildiğimiz bilgi ile ifade edilmeye çalışılırken beşerin diğer bir yönü, iç dünyası göz önüne alınmamıştır. Beşerin bir ögesi olduğu her hangi bir konunun incelendiğini düşünelim. Gözlem altındaki konu sadece inceleyenlerin beş duyusuna hitap ettiği görünümü ile incelenirse gerçek acaba ortaya konabilir mi? Örnek olarak bir beşerin özellikle diğer insanlar hakkında o kişilerin sadece dış görüntüsüne yani dışarı yansıttığı düşünce ve davranışlarına bakarak karar vermesi doğru mudur? Bir beşeri inceleyen diğer insanlar incelenen kişinin genellikle ruhsal durumunu bilemez, özellikle de kişi duygularını kontrol edebiliyorsa. Eğer inceleyenler genel olarak beşerin ruhsal dünyası konusunda bilgi sahibi olsalar dahi ki o bilgi de sınırlıdır.

     Anlayabildiğimiz kadarı ile dünyada yaşam bulan beşer, beş duyularındaki sınırlamaları, bilimsel gelişme ile aşmaya çalışmakta ve fakat yeni sınırlamalarla karşılaşmaktadır. Yani beşerin mikro ve makro evreni algılayabilmesi tamamen fizikseldir. Bilimsel gelişmeler ise fiziksel algılamamızdaki bir nevi sonsuzluğu aşamamaktadır. Çünkü beynimiz, madde evrenin ulaşabildiğimiz sınırları ile şartlanmıştır. Bilimsel çalışmalar yararlı sonuçlar doğurmakla birlikte beşer acaba çok uzun bir çıkmaz sokakta mıdır? Sokağın dışını algılayabilmemiz için ne yapmamız gerekir? Soruların cevapları yakın gelecekte bulunur umudunu ifade ederken, dünyadaki maddi hayatla ilgili bir Kur’an ayetini hatırlamak faydalı olur sanıyorum:

Kur’an 29-64 Şu iğreti dünya hayatı,  bir eğlence ve oyundan başka şey değil. Ahiret yurduna gelince, asıl hayat işte odur. Ah bilebilselerdi.   

 

   Her ne kadar gerçek nedir, sorusunun cevabını arayan beşer sayısı çok az da olsa muhtemelen gerçek peşinde koşma, yaratılıştan başlayarak günümüze kadar devam etmiştir ve bundan sonra da devam edeceğinde şüphe yoktur. Gerçeği arayan insan belki ulaşabildiği ile bir süre oyalanmış ve eriştiklerindeki eksiklikleri görerek tekrar gerçek peşinde koşmuştur. Bahsedilen bu süregelen uğraş  zaman zaman insanlığın önüne çözülmesi gereken ve insanlığı tehdit eden sorunlar da koymuştur. Bu anlatılanlar aslında insanlığın yaratılıştan günümüze ulaşan serüvenidir ve bitmeyecektir. Fakat hatırlamamız gereken dünyamızın bir okul olduğudur. Dünya okulunda yaşayan insanoğlu günün koşullarına uygun bilgiyi gerçek olarak kabul etmekte ve o bilgi ile yaşamını sürdürmeye çalışmakta, yani dünya okulundaki eğitimine devam etmektedir. Teknolojideki gelişmeler giderek hızlanmıştır. Bunun doğal donucu ise beşerin kafasındaki gerçeklerin aynı şekilde hızla değişiyor olmasıdır. Yani esas değişmeyen ise sürekli değişen ve değişecek olan gerçekliktir.

 

      Yukarıda verilenlerden çıkartabileceğimiz sonuç ne olabilir? Kısaca değinildiği gibi yaratılıştan günümüze kadar en azından yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz kadarı ile gerçek kavramı devamlı değişmekte ve insanoğlu yeni gerçekler peşinde koşmaktadır. Bütün bu çabanın hedefi ne olabilir? Yaratılıştan başlayarak DNA mız da var olduğuna inandığım gerçeği arama arzusunun hedefinin tek olduğunu sanıyorum. İnsan oğlu aslında ALLAH’ı aramaktadır. Çünkü tek gerçek O'dur.

bottom of page