top of page

HEPLİK VE HİÇLİK


Beş duyumuzla algılayabildiğimiz madde dünyamızın, yapı taşları, bilimsel çalışmaların sonuçlarına göre elektronlar ve atom altı parçacıklardır. Bu yapı taşları farklı atomları ve atomların bir araya gelmesiyle de molekülleri oluştururlar. Dünyadaki her şey gibi, beşerin bedeni de belirtilen bu parçacıklardan yapılmıştır ve bedenimiz kütle ve büyüklük olarak kendisini meydana getiren bu parçacıklar yanında sonsuz boyutlarda ve HEPLİK gibi görünür. Fakat bedenimizin yapı taşı olan atomların ne kadar büyük güce sahip olabildiği ikinci dünya savaşı olaylarından hatırlanabilir. Diğer taraftan beşerin fiziksel büyüklüğü; dünya yanında, dünyamız güneşe göre ve güneş sistemimiz galaksimize göre ve bütün bu fiziksel varlıklar sınırlarını bilmediğimiz madde evrenimiz yanında gene boyut ve kütle yönünden bakıldığında HİÇLİK mertebesindedir. Yani beşer, fiziki büyüklükler bakımından iki uç arasında belki de ortalarda bir yerde konumlanmış gibi görünüyor.


     Maddi büyüklükler konu edildiğinde bilim insanlarının beşere bildirdiği gerçeklerden biri olan Kara Delikler’i de hatırlamak doğru olacaktır. Verilen bilgilere göre belli bir kütleye sahip yıldızlar gelişim sürecini tamamladığında kendi içine çökmekte ve astronomik ölçülere göre ise bir noktaya dönüşmektedir. Oluşan merkez yakındaki diğer gezegenleri de yutabilmekte, hatta ışık ışınlarını bile eğebilmekte. İki boyutlu olduğu düşünülen merkez içinde bugün için bilinen fizik kurallarının uygulanamayacağı düşünülmektedir. Olaya bakıldığında gördüğümüz kadarıyla devasa varlıklar hiç boyutuna indirgenmektedir. 


   Kur’an’ın söylediğine göre her şey ayettir. Görebilip düşünebilenler için. Demek ki HEPLİK ve HİÇLİK kavramlarını en azından beşer idrakimizle algılayabilmemiz için yeni kavramlara ihtiyaç var gibi görünüyor. Acaba Kara Delik oluşumu özünde beşeri anlayışla manevi olarak tanımlanabilecek etkileri barındırıyor olmasın. Henüz bilmiyoruz. Sebep-sonuç ilişkisinin bu halde de geçerli olduğunu düşünüyorum. Şimdilik konu ile ilgili bilimsel çalışmaları beklemekten başka çare yoktur. Çeşitli konularda Kur’an’ın tuttuğu ışığın yararlı olduğunu biliyoruz. Bu konuda da Kur’an’ın verdiği bir müjdeli haberi hatırlamak doğru olur diye düşünüyorum:
 

 Kur’an 7-7    “Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız.”
 

      Bu anlatılanlar çerçevesinde beşer şu soruyu kendisine sormalıdır: Ben hep miyim yoksa hiç miyim? Hep olmak arzusu beşerin içindedir. Eğer beşer demin ki soruya HEP olduğu şeklinde veya HEP olmak üzere olduğu şeklinde bir cevap verirse o zaman o kişinin dünya okulunda iki kapılı bir handa olduğunu unutup vaktini ve enerjisini tamamen bu dünyadaki madde üzerinde yoğunlaşarak harcadığını söyleyebiliriz.  Aslında beşerin bu çabası, yani görünüşte güç sahibi olma arzusu biraz uç bir örnek gibi görünse de dünyaya hükmetme isteği beşerin yaratılışından sahip olduğu HEP olma arzusunun madde evreninde dışa vurması olabilir mi? Fakat yanlış olarak tanımlayabileceğimiz bir görünümle.
 

   Biraz önce değinildiği gibi beşerin yaratılışından getirdiğini sandığım HEPLİK yönünde ilerleme arzusunun, özünde manevi olduğunu düşünmeyi tercih ederim ki bunun işaretlerini Kur’an’da görebiliriz:


Kur’an 38-71,72 Hani Rabbin meleklere şöyle demişti:” Ben çamurdan bir insan yaratacağım.”
 

            “Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin.”
 

Kur’an 19-68 Hatırlamıyor mu insan; o daha önce hiçbir şey değilken, onu biz yarattık.
 

   Beşer anlayabildiğimiz kadarıyla bir HİÇ iken yaratılmasından sonra gene O’nun arzusu ile kıvama erdirilip (ruhsal tekamül) içine üflendiğinde meleklerin bile önünde secde etmesi gereken bir varlık haline geliyor. Burada bize sembolik olarak anlatılmaya çalışılan süreç gerçekten inanılmazdır. O bakımdan beşer dünya yaşamında sahip olabildiğini sandığı imkanlar ne olursa olsun eğer yaratılıştaki yüceliği ve sonsuzluğu fark edebilmişse gerçek HEPLİK yönünde yol almak isteyecektir. Bilindiği gibi Kur’an inanmışları doğru yöne sevk edebilmek için onlara hem ceza hem de ödül metodu ile yaklaşmıştır. Ceza konusu cehennem sembolü ile anlatılırken ödül konusunda ise cennet sembolü kullanılmıştır. Fakat Kur’an’ın dosdoğru yol olarak tanımladığı ve özünde inanmışların Rabbine giden yolun yolcularına gösterilen çok daha farklı hedefler de vardır:


Kur’an 50-31,34,35 Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırılmıştır; hiç uzak değildir. 


            Esenlikle girin oraya. Sonsuzlaşma günüdür bu
 

           Orada onlar için istedikleri her şey var. Katımızda ise dahası da var.
 

    Burada ifade edilen gerçeği gören Derviş Yunus bize asırlar öncesinden aynen şöyle sesleniyor:
 

“Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri. İsteyene ver onları bana seni gerek seni”
 

    Derviş Yunus’un fark ettiği ve bizlere göstermeye çalıştığı hedef ile verilen Kur’an ayeti (50-35) ve yukarıda bahsedilen ve Adem’in yaratılışı ile ilgili olduğu düşünülen Kur’an ayetlerinin (38-71,72) aslında farksız olduğunu düşünüyorum. Sözü edilen o hedefe inananların da odaklanması Kur’an’da da belirtildiği gibi O’nun Arzusudur. Bu hedefe ulaşmanın yolu ise alınan her nefeste bireyin bir HİÇ olduğunu hiçbir zaman unutmamasından ve bütün yaratılmışa hizmetten geçer sanıyorum. Diğer taraftan bir HİÇ olduğunu kabul edebilen ve yaratılışa hizmette yarışan bireylerin sayıca çoğaldığı bir dünyada huzurun ve dolayısıyla barışın yerleşmemesi mümkün müdür?

bottom of page