Evrensel Din
Universal Religion
Kur’an (Alak-1) “Yaratan Rabbinin adıyla OKU.”
Sadece Muhammed’e verilen bir emir değildir. İnsanın da yaratan Rabbimizin adıyla okuması gereklidir. Okunacak olan nedir? Yalnız Kur’an’mı? Sanmam. Bütün yaratılış ve onun bir noktası bile olmayan insanın kendisi. Okuma nedir? Her birey okur veya okuduğunu sanır. Her bireyin okudukları aynı bile olsa alacağı mesaj farklıdır. Bu farklılık bireyin okumadan önceki birikimine bağlı görünse de, ana sebep belki de kişinin ne alması gerektiği gibi düşünülebilir.
Burada sunulan çalışma Kur’an merkezlidir. Kur’an ayetlerinin bende yarattığı düşünceleri paylaşmak istedim. Senelerdir yaptığım çalışmada anladım ki ben henüz Kur’an’ı okuyamamışım. Kur’an’ı okuyabilen Kur’an’ı anlar. Her konuda olduğu gibi, özellikle kişinin Kur’an’ı anlayabilmesi ise Rabbin izniyle gerçekleşir. Kur’an sadece İlahiyatçıların konusu mu? Hayır. Her inanmış kişi bu kitapla ilgilenmelidir.
Kişi, Kur’an’ı niçin okumalıdır? Çünkü Kur’an‘ın mesajı doğrudan insanadır. Mesajı kişinin doğrudan kaynaktan almasından daha doğal ne olabilir? Beşer araya niçin bir aracı sokar? Anlaşılması mümkün değildir. Çünkü Kur’an der ki: (Ayet Maide-48) “Sizden her biri için bir yol ve bir metod belirledik”. Yolcunun neye ihtiyacı olduğunu kendisi de yolcu olan bir başkası nereden bilsin? Bu ayet inancın toplumsal değil, bireyselliğinin altını çizmektedir.
Kur’an der ki: (Ayet Dûhân-58) “Biz o Kur’an’ı senin dilinle/senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alabilsinler.” Kur’an’ın tebliğ edildiği dil Arapça’dır. Çünkü Muhammed Arap toplumunun bir bireyidir. Arap toplumu ne kadar öğüt almış, yorumu başkaları yapsın. Ana dili Arapça olmayan ne yapacak? Kur’an’ın ana dilindeki tercümesini okuması gerekir. Başka türlü, her hangi bir kişinin Kur’an’ı okuyarak, düşünüp öğüt alabilmesi mümkün değildir.
Var olan Kur’an tercümeleri zaman zaman farklılıklar gösterir ki bu da doğaldır. Ana dili Arapça olan bir kişinin Kur’an’ı Arap dilinde okuması bile anlamasına yeterli olmayabilir. Çünkü Kur’an der ki: Ayet(Muhammed-24) “Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” Demek ki Kur’an’ın anlaşılabilmesinde kalbimizin önemi büyük. Konuyla doğrudan bağlantılı iki ayrı ayeti de hatırlayalım:
Ayet (Casiye-20) “Bu Kur’an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur.”
Ayet (Vâkıa-79) “Ona arınmışlardan başkası dokunamaz.”
Açık olarak görülüyor ki Kur’an kalp gözü ile okunabilirmiş. Yazı dilinin Arapça, Türkçe v.s. olması fark etmez. Kur’an ayetlerinin anlamının aynı kişi için zamanla değişmesi ki, Kur’an okuyanlar bilirler, sanırım ayet (Casiye-20) ile açıklanabilir. Ayet(Vâkıa-79) da bahsedilen dokunma işlemi fiziksel bir dokunma olamaz. Bu ayet doğru anlaşılmadığı için asırlarca beşer abdest aldıktan sonra Kur’an okudu. Ayette bahsedilen dokunma işleminin Kur’an’ı anlamaya yönelik olduğunu düşünmeliyiz. Ancak bunun için de ruhsal arınma gerekli imiş. Ruhsal arınma sonsuzdur. Demek ki varlık arındıkça Kur’an’ı daha farklı, giderek gerçeğe daha yakın anlamaya başlayacaktır. Yani insanlığın Kur’an’ı anlaması daha çok uzun zaman alacaktır.
Kur’an beşerin tek ilâha, gönderilen elçi Muhammed’e ve diğerlerine, Kur’an’a ve diğer resullerin kitaplarına iman edilmesini emreder. Ancak her konuda olduğu gibi iman konusunun da izne bağlı olduğu anlaşılıyor. Ayet (Yûnus-100): “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez.” Burada bir çelişki mi söz konusudur? Sanmıyorum. Bu konu kişinin tekâmül plânı ile ilgilidir. Zamanı gelince iman edecektir. Bunun için tek bir hayat plânı yetmeyebilir. Dünya okulu zaten bunun için yaratılmış değil mi? Veya başka okullar…
Kur’an’ın anlaşılmasının zamanla mümkün olabileceğine temas edilmişti. O çerçevede şu iki ayeti de inceleyelim: Ayet (Yâsin-70): “Diri olanı uyarsın ve inkârcılar üzerinde söz hakkı olsun diye indirilmiştir.”
Ayet(Hac-7): Ve saat mutlaka gelecektir. Kuşku yok onda. Ve Allah kabirlerdeki şuurlu varlıkları diriltecektir.”
Görülüyor ki Kur’an diri olanı ancak uyarabilir. Burada konu edilen dirilik ruhsal olandır. Yoksa herkes biyolojik olarak diridir. Ayet (Hac-7) ise sadece belli bir bilinç seviyesine ulaşmış olanların verilen izinle ruhsal dirilişlerinin sağlanacağı anlatılmış. Bu işlemin asırlar boyunca sürdüğünü söyleyebiliriz ki bu olay bireysel kıyametin kendisidir. Ayrıca toplumsal bir diriliş söz konusu olabilir ki, ilâhi plân gereği zamanı geldiğinde gerçekleşecektir.
Kur’an’da dikkati çeken bir konu ise Ben, Biz, O gibi üç farklı zamirin kullanılmış olmasıdır. Tevrat ve eklerinde ve İncil ve eklerinde bu ayrıntı yoktur. Ben terimi bâzan Cebrail’e ve bâzan da Alemlerin Rabbi’ne gider. O terimi hiçbir şekilde tanımlanamaz. Biz terimi ise İlâhi Hiyerarşi’de, en üst düzeyde kararların alındığı görevliler topluluğuna (Kur’an’da ki adı “yüce Konsey”) ve daha alt düzeyde olan ve uygulamalarla ilgili kararları alan görevliler topluluğuna gider diye düşünebiliriz. (Ayet Sâd-69), (Ayet Meryem-64). Tevrat, İncil ve Kur’an’da bahsedilen yaratılış kavramı Ben ve Biz ile ilgilidir. Var etme, yaratma değildir. Yoktan var etme söz konusudur. Var etme, sadece O’na aittir. Yaratma konusunda ise Kur’an’ın bir ayetini hatırlamak yararlı olacaktır.
Kur’an (Saffât-125): “Ba’l’e yalvarıyor, yaratıcıların en güzelini bırakıyor musunuz?
Kur’an’da rastladığımız çok özel bir kavram ”Din Günüdür.” Din Günü çeşitli yorumlarda ceza günü olarak açıklanmış. Kavramın çok daha farklı bir anlam ifade ettiğini düşünebiliriz. Ceza konusu zaten gerektiğince açık olarak anlatılmış. Belki de Din Günü kavramı, acaba dünyamızda tek inanç sisteminin yerleşeceği dönem olarak ele alınabilirse çeşitli surelerde örtülü anlatımların gerçek anlamına biraz yaklaşabiliriz diye düşünüyorum.
Esas olarak yukarıda anlatılmaya çalışılan yaklaşımla, Kur’an surelerinden, iniş sırasına göre, kişisel hissedebildiklerimi takip eden sayfalarda paylaşmaya çalıştım. Umarım yararlı olur. Kur’an’ın gerçeğine yaklaşan daha yararlı çalışmaların gelecekte görüleceğine inancım tamdır. Çünkü aşağıda verilen ayet bu konuda insana ışık tutacaktır:
Kur’an (Şûra-51) Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur; yahut da bir resul gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder.
Vakte ve şekle bağlı ritüeller ve günün ihtiyacına göre uygulamaya yönelik öneriler konularında, zaten ilgilileri uzun süredir çalışmaktadır. Bu çalışmada beşerin ruhsal tekâmülüne işaret eden ve yol gösterdiği düşünülen ayetler ele alınacaktır.
NOT: Bu çalışmada paylaşılan ayetler, Yaşar Nuri Öztürk’ün Kur’an tercümesinden aynen alınmıştır. Paylaşım, surelerle ilgili çalışma tamamlandıkça bölümler halinde sunulacaktır.
ALAK SURESİ
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla
-
Yaratan Rabbinin adıyla oku.
-
İnsanı embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden yarattı.
-
Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.
-
O’dur kalemle öğreten.
-
İnsana bilmediğini öğretti.
-
İş sanıldığı gibi değil. İnsan gerçekten azar.
-
Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür.
-
Oysaki dönüş yalnız Rabbinedir.
-
Gördün mü o yasaklayanı,
-
Bir kulu namaz kılarken.
-
Gördün mü! Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise?!
-
Ya o takvayı emrediyorsa.
-
Gördün mü! Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse.
-
Bilmedi mi ki Allah gerçekten görür!
-
İş, sandığı gibi değil. Eğer vazgeçmezse yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz.
-
O yalancı, o günahkâr alnı.
-
Hadi çağırsın meclisini/kurultayını!
-
Biz de çağıracağız zebanileri!
-
Sakın, sakın! Ona boyun eğme; secde et ve yaklaş.
Paylaşım:
Ayetler(1-5): Muhammed’e verilen bir emir gibi görünse de, tüm yaratılışa yöneliktir. Beşerin sadece bedeninin yaratılışı, eril ve dişil bedenler arasındaki bir alakadan oluşur. Bu ayetlerde bahsedilen bu yaratılış olup, Muhammed’e bu yaratılışı sağlayan Rabbinin adıyla okuması emredilmiş. Burada bahsedilen okuma sadece Kur’an ayetleri olmasa gerek. Yaratılışın tamamı olduğunu düşünebiliriz. Ayetler Yaratan Rabbin adıyla okumamızı öneriyor. Beşer aslında her an yaratılışla temas halinde olup her an yaratılışı okuyor. Bu okumayı yaparken yaratanı anmasından daha doğal ne olabilir? Ayetler, Yaratan’ın en büyük cömertliğin sahibi olduğunu anlatıyor. Yaratan’ın cömertliğinin, dar anlamda, dünya okulunda bedenlenme şansı verilen beşere yapılan maddi ve manevi yardımlara işaret ettiğini düşünebiliriz. Beşer sadece bedenden ibaret değildir. Beden geçicidir, aslımız ise ruhumuzdur. Demek ki maddi yardım bedenimizi ilgilendirirken manevi yardım ise ruhumuza yöneliktir. Son iki ayet ise, O’nun beşere bilmediğini kalemle öğrettiğini anlatıyor. Kalem madde ortamına ait bir nesne olup sadece madde ortamında beşerin eğitiminde kullanıldığını söylemek mümkündür. Ruh ölümsüz olup sonsuza kadar eğitimden geçirilecektir. Ruhun dünya dışı başka okullarda nasıl bir eğitimden geçirileceğini bilmiyoruz. Diğer taraftan kalemi kullanan beşerin kendisidir. Fakat kalemin ne yazacağını beşerin kontrol ettiğini sanmıyorum.
Ayetler (6-19): Beşer, dünya okulunda yaşarken kendi değerlerine ve limitlerine göre çeşitli konularda her şeyi kendisinin düşünüp, gereğini yaptığını sanır. Başardığını ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını düşünür. Bu düşünce ise onu azgınlığa yönlendirir. Kendisini her şeyin üstünde görmeye başlar. Ancak bütün bunlar sadece bir aldanıştan başka değildir. Dünya okulunda geçirilen süre ruhumuzun sonsuz hayatının çok küçük bir kısmıdır. Biyolojik ölüm sonunda ruhumuz madde kainatını terk eder. Her ruhun hemen Rabbine döndüğünü sanmıyorum. O, hedef gösterilen bir dönüş olsa gerek. O dönüş için beşerin çok uzun bir yolu tamamlaması gerektiğini sanırım. Dünya okulunda ki yaşam esnasında yapılan her davranış, söylenen her söz, hatta her düşüncemiz kayıt altında olup hepsinin hesabını vermek zorundayız. Yapılan yanlışların hesabı hem bu dünya okulunda hem de biyolojik ölüm sonrası görülebilir. Ayetlerde görüldüğü gibi cezalandırma işlevi BİZ görevlileri tarafından yerine getirilir. Son ayette Kâbe’de namaz kılarken kendisini engellemeye çalışan kişi ile ilgili olarak; Muhammed’e o kişiye boyun eğmemesi emredilmiş. Aynı ayetin son kısmında ise Muhammed’e “secde et ve yaklaş” deniyor. Acaba yaklaşılan nedir, neresidir? Sanırım yaklaşılacak olan Yaratan’dır. Demek ki O’na yaklaşabilmenin yolu secde etmek imiş. Muhammed’in bile O’na yaklaşabilmek için secde etmesinin gerekli olduğunu görüyoruz. Secde namaz esnasında yapılır. Kur’an’a inananlar asırlardır secde yaparlar. Acaba kaç tanesi Yaratan’a yaklaşabildi? Cevap Kur’an bağımlısı toplumların durumunda görülebilir. Acaba bu ayette bahsedilen secde kalpte yapılan gerçek secde olmasın? Yani esas olan Muhammed’in secdesini yapabilmek gereklidir.
KALEM SURESİ
-
NÛN! Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına,
-
Ki sen, cin tasallutuna uğramış değilsin; Rabbinin nimeti sayesinde.
-
Senin için kesintisiz bir ödül var.
-
Ve gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.
-
Yakında göreceksin, onlar da görecekler,
-
Hanginizmiş fitneye tutulan, deliren!
-
Senin Rabbin, evet O’dur kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilen. Ve O’dur kimin doğruya ve güzele kılavuzlandığını en iyi bilen.
-
O halde yalanlayanlara itaat etme.
-
İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın da onlar da yumuşaklık göstersin.
-
Şunların hiçbirini tanıma: Çok yemin eden, bayağı-alçak,
-
Alaycı/gammaz, koğuculuk için dolaşıp duran,
-
Hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günaha batmış,
-
Kaba/obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı.
-
Mal ve oğullar sahibi olmuş da ne olmuş?
-
Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: “Daha öncekilerin masalları.”
-
Yakında biz onun hortumu üzerine damga basacağız7burnunu sürteceğiz.
-
Biz onları, o bahçe sahiplerini belâlandırdığımız gibi belâlandırdık. Hani, onlar sabaha çıktıklarında, bahçeyi mutlaka kesip biçeceklerine yemin etmişlerdi.
-
Hiçbir istisna tanımıyorlardı.
-
Ama onlar uyumaktayken, Rabbinden gelen bir dolaşıcı bahçeyi dolaştı da,
-
O, simsiyah kesiliverdi.
-
Sabaha çıktıklarında birbirlerine seslendiler:
-
“Hadi, eğer biçecekseniz ekininize erken gidin.”
-
Yola koyuldular. Aralarında fısıldaşıyorlardı:
-
“Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin.”
-
Sadece engellemeye, şiddete güçleri yeten kişiler olarak erkenden vardılar.
-
Fakat bahçeyi görünce: ”Yahu biz yanlış gelmişiz.” Dediler.
-
“Hayır, hayır. Biz mahrum edilenleriz.”
-
Ortanca/ılımlı olanı şöyle dedi: “Ben size söylemedim mi? Tespih etseydiniz ya!”
-
O zaman dediler ki: “Tespih ederiz seni, ey Rabbimiz. Gerçekten biz zalimler olduk.”
-
Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
-
“Yuh olsun bize dediler, biz gerçekten azgınlarmışız.”
-
“Umarız, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz de her şeyimizle Rabbimize yöneliriz.”
-
İşte böyledir azap! Ahiretin azabı ise gerçekten çok daha büyüktür. Ah! Bir bilselerdi.
-
Takva sahipleri için, Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır.
-
Biz, Müslümanları, suçlular/günahkârlar gibi yapar mıyız?
-
Neniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?
-
Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi görüyorsunuz?
-
Onda, keyfinize uyan her şeyi rahatça buluyorsunuz.
-
Yoksa sizin lehinize üzerimizde kıyamete kadar uzanacak yeminler mi var da siz ne hükmederseniz oluverecek!
-
Sor onlara. “Böyle bir şeye hangisi kefil?
-
Yoksa kendilerinin ortakları mı var? Eğer doğru sözlü iseler; çağırıversinler ortaklarını!
-
Baldırın çıplak kalacağı, secdelere çağrılacakları gün, onu da yapamayacaklar.
-
Gözleri yere eğilmiş, benliklerini zillet kaplamıştır. Onlar, sapasağlam oldukları zaman da secde etmeye çağrılıyorlardı.
-
Bu sözü yalanlayanla beni başbaşa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yakalayacağız.
-
Süre tanıyorum onlara. Tuzağım gerçekten zorludur benim.
-
Bir ücret mi istiyorsun kendilerinden de onlar, bir borç altında eziliyorlar!
-
Yoksa gayb yanlarında da onlar mı yazıyorlar?
-
Artık Rabbinin hüküm vermesi için sabret. Balığın dostu Yunus gibi olma! Hani o, hıçkırıktan boğulur gibi yakarmıştı.
-
Eğer ona, Rabbinden bir nimet ulaşmasaydı, horlanmış bir halde cascavlak bir yere atılırdı.
-
Fakat Rabbi onu seçip yüceltti ve barışseverlerden yaptı.
-
O küfre sapanlar, Zikir’i işittiklerinde az kalsın gözleriyle seni devireceklerdi “Bu tam bir cinlidir” diyorlardı.
-
Oysaki o Zikir, alemler için bir öğütten başka şey değildir.
Paylaşım:
Ayetler (1-9): Bu ayetler, Muhammed’in Kur’an tebliğini inkar edip, Muhammed’i cin çarpmış bir mecnun gibi gösterenlere karşı ifadeler içerir. Birinci ayetteki ilk kelime NÛN, Arap alfabesindeki bir harfin adıdır ve şekil olarak eski dönemde içine mürekkep konan bir hokkaya benzer. Yakın zamana kadar kamıştan hazırlanan kalem hokkadaki mürekkebe dokundurulduktan sonra kağıt üzerine yazmak mümkündü. Düşüncenin yazıya dönüştürülmesi o dönem için herhalde önemliydi. Bu işleme yemin edilerek, Muhammed’in bir mecnun olmadığı ifade edilmiş. Muhammed’in çok özel bir görevli olduğu, onun davranışlarının tümü olan ahlâkının da yüksek olduğu belirtilmiş. Her hareketin ve sözün, hatta düşüncelerimizin de kayıt edildiğini düşünürsek, ilâhi sistem kimin doğru yolda olduğu, kimin eğri yolda olduğu bilgisine kesin olarak sahiptir. Muhammed’e, tebliğini yalanlayanları hiçbir suretle dinlememesi önerilmiş.
Ayetler (10-16): Muhammed’e, çok yemin eden, gammaz, hayrı engelleyen, kaba, kötülüğe batmış kişilerden uzak durması önerilmiş. Önerinin bütün insanlara zaman üstü bir öneri olduğunu düşünebiliriz. Bu özelliklere sahip ve o dönemde yaşayan kişilerden birisi ki oğulları ve malı varmış. Görülüyor ki kız çocuklarından söz edilmiyor. Bu yanlış davranış Arap toplumunun özelliklerinden bir tanesini yansıtıyor. Oğullar ve malın sahibine, özellikle o dönemde güç verdiğini de anlıyoruz. Ancak o kişinin gücünü yitirmemek için Hakk’ı inkâr ettiğini de hissediyoruz. Aynı kişinin yakında cezalandırılacağı da belirtilmiş. Burada Kur’an’ın mesajının, özünde, gücün sadece Yaratan’da olduğu ve beşerin sahip olduklarının, sadece O’nun izniyle mümkün olduğu anlatılmış olmuyor mu? Asırlardır çeşitli toplumlarda yaşamış ve görünürde Hakk’ı kabul eden ve fakat bu davranışını toplumda güç elde etmek için kullanan zavallılar yaşamıştır ve örnekleri günümüzde de görülebilir.
Ayetler (17-33): Önceki bölümde varlığı ile kibirlenen kişinin, önceki dönemlerde yaşamış bir grup kibirli bahçe sahibi gibi cezalandırıldığına işaret edip o cezanın ne olduğu açıklanmış: Bahçe sahipleri hasat zamanı gelince geceden sözleşip, sabah hasat için bahçelerine gitmişler. Her şeyi kendilerinin kontrol edebildiğini düşünen bu zavallılar bahçelerine ulaştıklarında, bahçelerini tanınamaz halde bulmuşlar. Çünkü gece vakti bahçenin gerçek sahibi gücünü yansıtmış. Bahçe sahipleri gördükleri karşısında gerekli dersi alıp Rablerine sığınmışlar. Bahçe sahipleri örneği dünya okulunda bir cezalandırılmaya sıradan bir örnektir. Ahirette ise azabın çok daha şiddetli olacağını son ayet ifade etmektedir.
Ayetler (34-35): Kötülüklerden sakınanların ahirette cennet denilen boyutlara erişecekleri ve inanmış kişilerin BİZ (sistem) tarafından korunduğu ifade edilmiş. Korunmanın dünya okulunda olduğunu düşünebiliriz.
Ayetler (36-43): İlahi mesajı inkâr edenlerin inkârlarının dayanağı olup olmadığı ve inkârlarının bir ceza karşılığı olmadığına ait bir garantileri olup olmadığı soruluyor. “Baldırın çıplak kalacağı” deyimi, Arap toplumunda işlerin ciddileştiği bir duruma gönderme olarak kullanılan bir kavram olup, muhtemelen varlığın dünyadaki uygulamalarından sorgulanması olabilir. O sırada varlık gerçeğin farkına varıp aşağılanmış bir konumda olduğunu anlar. Varlığın bu konumda secde etmesinin yani gerçeği kabul etmesinin bir önemi yoktur. Esas olan dünya yaşamındaki davranışlarıdır.
Ayetler (44-52): Kur’an tebliğini inkâr edenlerin Muhammed’e karşı davranışları, Tanrı elçisini bezdirmiş olabilir ki kendisine Yunus peygamber gibi şikâyetçi olmaması öneriliyor. Aynı çizgide devamla Rabbin merhameti sayesinde Yunus’un eziyetten kurtulup, yüceltildiği hatırlatılıyor.
Muhammed’in inkârcılardan, tebliğine karşılık maddi bir beklenti içinde olmadığı belirtilerek, tebliği yapan melek inkarcıları kendisine bırakmasını, onlara cezanın geleceğini, bunun için Rabbin hükmünün beklenmesi gerektiğini Muhammed’e ifade etmiş. İnkârcıların, inkar ettikleri Kur’an’ın aslında âlemlere bir öğütten başka bir şey olmadığı tekrar hatırlatılıyor.
MÜZZEMMİL SURESİ
-
Ey örtüsüne bürünen
-
Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç,
-
Gecenin yarısını ayakta ol yahut bundan biraz eksilt
-
Yahut buna biraz ekle. Ve Kur’an’ı ağır ağır düşüne düşüne oku.
-
Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
-
Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma bakımından daha güçlü, söz bakımından daha etkilidir.
-
Kuşkusuz, gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/uzun bir uğraş vardır.
-
Rabbini adını an ve tebettül et, tüm benliğinle O’na yönel.
-
Doğunun ve batının Rabbidir O. Tanrı yoktur O’ndan başka. O’nu vekil et.
-
Onların söylediklerine sabret. Ve güzelce ayrıl onlardan
-
Benimle, o nimete boğulmuş yalanlayıcıları baş başa bırak.
-
Bizim yanımızda bukağılar var, cehennem var.
-
Boğazdan zor geçen bir yiyecek, korkunç bir azap var,
-
O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
-
Biz size, üstünüze tanık olan bir resul gönderdik. Tıpkı Firavuna bir resul gönderdiğimiz gibi.
-
Ama Firavun, resule isyan etti de biz onu korkunç bir tutuşla tutuverdik.
-
Eğer küfrederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız?
-
Gök bile o yüzden parçalanır. O’nun vaadi gerçekleşmiştir.
-
Bu bir öğüt verici, düşündürücüdür. Dileyen, Rabbine doğru, bir yol edinir.
-
Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin durumunu biliyor. Gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçiriyorsun. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah, geceyi de gündüzü de bir ölçüye bağlamıştır. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip etti. O halde Kur’an’dan kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah’ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde Kur’an’dan size kolay geleni okuyun. Namazı kılın. Zekâtı verin. Güzel bir ödünçle Allah’a ödünç verin. Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan af dileyin. Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.
Paylaşım:
Ayetler (1-19): Öncelikle Muhammed’e hitap eden ayetler genel olarak bütün inanmışlara da yol gösterir. Muhammed’e gece vakti uykudan uyanıp Kur’an ile meşgul olması yani Kur’an ayetlerini yavaş yavaş okuyup, ayetler üzerinde düşünmesi önerilmiş. Kur’an’ı tebliğ eden, Muhammed’in bile Kur’an ayetlerini ni istiyorsa, Kur’an bağımlısı her inanmışın benzer şekilde davranması gerekmez mi? Arapça, özellikle de yedinci asırda konuşulan Arapça bilmeyen kişinin Kur’an’ı Arapça okuyup düşünmesi mümkün müdür?
Muhammed’e, geceleyin uykudan kalkıp Kur’an’la meşgul olmasının, elçilik görevini başarabilmesinin yolunu kolaylaştıracağı şeklinde açıklanmış. Dikkat edilirse bu öneri bir çalışmadır, emek gerektirir. Sevap kazanma ile ilgisi yoktur. Her işte olduğu gibi emeksiz başarı olmaz. Dahası Rabbini anıp tüm benliği ile O’na yönelmesi önerilmiş. Bu öneri aslında bütün inanmışlara da yöneliktir.
Kur’an’ı tebliğ eden melek, Muhammed’e inkârcıların sözlerine aldırmamasını önerirken kendisinin onlarla ilgileneceğini ve inkârcıları çeşitli cezaların beklediğini belirtmiş. Başka bir elçiyi (Musa’yı) inkâr eden Firavun’un cezalandırılmış olması bir örnek olarak hatırlatılmış. Ayet (19) da ise, sıklıkla ifade edildiği gibi, Kur’an’ın bir öğüt verici ve bir düşündürücü olduğu söylenerek; “isteyenin Rabbine doğru bir yol edinebileceği” anlatılmış. Ancak kişinin istemesinin bile O’nun izni ile mümkün olduğunu da unutmamalıyız.
Ayet (20): Surenin son ayetinin Medine’de indiği kabul edilmiştir. Çünkü ayette Allah yolunda savaşanlar ve ticaretle uğraşanlardan söz edilir. O yüzden surenin başında; “gecenin önemli bir kısmının Kur’an’la ilgilenilmesi” emri şimdi hafifletilmiş ve “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” denmiştir. Bu ifadeler genellikle gece namaz kılınması şeklinde yorumlanmıştır. Bu esnada Allah’ın adı anılır. Halbuki namaz ritüeli yerine Kur’an’ı anlamak için okuyup düşünmek daha arındırıcı olmaz mı? Özellikle de Arapça bilmeyenler için…Ayetin sonlarında zekâtı vermek emredilmiş iken ayrıca “ güzel bir ödünçle Allah’a ödünç vermemiz” önerilmiş. Bu söz Tanrısal zarafetin yüceliğini göstermiyor mu? İnanmış bir varlığın sahibi olduğu şey nedir? Nefesi bile ödünç iken!!! Zaten O’na ait olanı O’nun yolunda kullanmamız gerekmez mi?
MÜDDESİR SURESİ
-
Ey örtüsüne bürünen!
-
Kalk da uyar.
-
Rabbinin yüceliğini duyur.
-
Temizle giysini.
-
Uzaklaştır kendinden pisliği.
-
Çok bularak başa kakma yaptığın iyiliği.
-
Ve yalnız Rabbin için dayanıklı kıl benliği.
-
O boruya üfürüldüğünde,
-
İşte o gün çok zorlu, çok çetin bir gündür.
-
Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir.
-
Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak.
-
Hesapsız bir mal verdim ona.
-
Göz doyurucu oğullar verdim.
-
Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.
-
Tüm bunlardan sonra hırs ile daha da artırmamı istiyor.
-
Hayır, iş sanıldığı gibi değil. O bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
-
Ben onu dik bir yola süreceğim.
-
Derin derin düşündü o; ölçtü biçti.
-
Kahrolası nasıl bir ölçü kullandı!
-
Bir kez daha kahrolası nasıl bir ölçü kullandı?
-
Sonra baktı.
-
Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.
-
Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.
-
Şöyle dedi: “Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil.”
-
“İnsan sözünden başka bir şey değil bu.”
-
Onu Sekar’a fırlatacağım.
-
Bilir misin nedir Sekar?
-
Ortada bir şey bırakmaz, hiçbir şeyi görmezlik etmez o.
-
İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o.
-
Üzerinde ondokuz vardır onun.
-
Biz cehennem yaranını hep melekler yaptık Ve biz onların sayılarını da küfre saplananlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; “Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor” desinler. İşte böyle. Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu, insan için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.
-
Hayır, sandıkları gibi değil. Andolsun Ay’a.
-
Andolsun geceye, sırtını döndüğünde;
-
Andolsun sabaha, ağarıp ışıdığında,
-
Ki o gerçekten en büyüklerden biridir.
-
İnsan için bir uyarıcıdır.
-
Sizden, öne geçmek yahut arkaya kalmak/erken davranmak yahut gecikmek isteyen için.
-
Her benlik öz kazancının bir karşılılığıdır.
-
Uğur ve bereket yaranı müstesna.
-
Bahçelerdedirler. Birbirlerine soruyorlar,
-
Suçlular hakkında.
-
“Sizi Sekar’a sürükleyen nedir?”
-
Cevap verdiler: ”Namaz kılıp dua edenlerden değildik.”
-
“Yoksulu yedirip doyurmuyorduk.”
-
“Boş lakırdılara dalanlarla dalar giderdik.”
-
“Din gününü yalanlıyorduk.”
-
“Nihayet, tartışılmaz ve karşı çıkılmaz bilgi önümüze dikildi.”
-
Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçıların şefaati.
-
Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar?
-
Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,
-
Arslandan ürkmüşlerdir.
-
İçlerinden her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin.
-
Hayır, öyle şey olmaz. Doğrusu şu ki ahiretten korkmuyorlar.
-
Hayır iş sandıkları gibi değil. O bir öğüt verici/bir düşündürücüdür.
-
Dileyen düşünür onu, öğüt alır.
-
Ve onlar, Allah’ın dilediği dışında öğüt alamazlar. Sakındırmaya ve affetmeye ehil olan O’dur.
Paylaşım:
Ayetler (1-7): Ayetler Muhammed’e yönelmiştir. İlk ayet uykudan kalk demek olabileceği gibi, beşeri örtünden sıyrıl anlamına da gelebilir. Ancak o zaman toplumu uyarma görevini yerine getirebilirdi ki, takip eden ayetler aynı çizgide devam ediyor. Elbisenin temizlenmesi manevi kirlerden temizlenme yani arınmaya işaret ediyor diye düşünebiliriz. Çünkü arınmadan uyarma görevinin yapılabileceğini sanmıyorum.
Muhammed’e yaptığı iyilikleri başa kakmaması önerilmiş. İyilik, yaratılmışa yapılmıştır. Aslında iyilik Allah’a yapılan gerçek ibadet değil midir? Muhammed’in benzer hizmeti yapabilmesi için benliğinin güçlü olması gerektiği kendisine hatırlatılmış. Sonuçta beden bize O’nun emaneti değil midir? Bütün bu ayetlerin sadece Muhammed’e değil, inanmışlara bir emir olduğunu düşünürüm.
Ayetler (8-15): Ayetler dünya okulunda kıyamet konusu ki özünde toplu uyanışa işaret ediyor. Uyanışla birlikte daha önce inanmayanlar gerçeklerle karşılaşacaklar. O yüzden o dönem onlar için içlerine sindirebilmek, kabullenebilmek çok zor olsa gerek. Onların özellikle bazıları dünya nimetleri kendilerine bolca verilmiş kişilermiş.
Ayetler (16-30): Kur’an’ı inkâr edenlere yönelik ayetlerde, Kur’an’ı tebliğ eden melek, inkârcıların hangi esasa dayanarak Kur’an’ın beşer sözü olduğuna karar verildiğini soruyor. Bu sözlerin dayanaksız bir düşünce mahsulü olduğu ifade edilmiş. İnkârcıların eğitim için cehenneme gönderileceği anlatılmış. Ayet (29) da bahsedilen ekran/tablo kelimeleri, muhtemelen biyolojik ölüm sonrası, ruha, dünya hayatında yapılan ve zaten kayıt altında olan yanlışların gösterilmesi olabilir. Son ayetteki ondokuz kelimesinin ise cehennem boyutunda görevli meleklere işaret ettiğini düşünebiliriz.
Ayetler (31): Cehennem aslında bir okuldur. Okuldaki görevli sayısı ise ayet(30) a göre 19 olup bu açıklama ile önceden kitap verilenlerin (Museviler ve İseviler) ve Kur’an bağımlılarının imanlarının artmasını sağlayacağı ve inkârcılar için ise bir imtihan aracı olduğu anlatılmış. Diğer bir amaç inanmayanların konu hakkındaki şüphelerinin artmasına vesile olmasıdır. Devamla Allah’ın dilediği varlığı doğru yoldan saptırıp, dilediğini doğruya ve güzele kılavuzlamasına işaret edilmiş. Burada bir adaletsizlik söz konusu olabilir mi? Sanmıyorum. Bu konu da bireyin tekâmülü içinde ele alınmalıdır. Allah âlemlerin Rabbi (eğiticisi) ise ve rahmeti sonsuz ise her olan tekamüle yardımcı demektir. Ayet(4-79) Muhammed’e bile iyiliğin Allah’tan, kötülüğün ise kendi nefsinden olduğunu hatırlatıyor. Ayrıca görünüşe akıp hüküm vermemek doğru olur. Beşer için iyi ve kötü kavramları bu dünya okulu için geçerlidir. Olan her şey tekâmüle yardımcıdır.
Ayetler (32-37): Kur’an’ı tebliğ eden melek, o günün toplumunda önemli kavramlara yemin ederek, cehennem boyutunun inkârcıların sandığı gibi değil, aksine çok önemli olduğunu ve insanlar için bir uyarıcı olduğunu vurgulamış. Uyarı, sonsuza uzanan yolda ileri gitmek veya geri kalmak konusundadır. İleri gitmek, tekâmül yolunda ilerlemek olarak düşünülebilir.
Ayetler (38-47): Her varlık biyolojik ölüm sonunda gittiği ahirette, dünya hayatındaki davranışlarının karşılığına muhatap olur. Ayetlerde konu edilenler inkârcılardır. Uğur ve bereket yaranı ise doğrudan cennete gidecekmiş. Cennettekilerin, Sekar’a gönderilenlere niçin orada oldukları sorusu, semboliktir ve sadece beşere cehennem okuluna kimlerin gönderileceğini farklı bir yöntemle açıklamaktadır. Son ayette ise beden kafesinden kurtulan ruhun gerçeklerle karşı karşıya kalışı anlatılmış.
Ayetler (48-56): Önceki ayetlerde çizilen tabloya devamla; cehennem boyutundaki eğitime devam edilecektir. Bu konuda inkârcıların güvendikleri şefaatçılar ki kendi zanlarıdır, onlara yardım edemezler. Onlar gerçekler karşısında şaşkındırlar. Ancak yapabilecekleri bir şey yoktur. Onlar gerçeklerden o kadar uzaktılar ki her biri kendilerine tebliğ ile ilgili sayfaların verilmesini isterlermiş. Sistem bu şekilde çalışmaz. Daha önce de olduğu gibi bir elçi uyarı görevini yapar. Kur’an’a göre, uyarıyı işitenlerden, ”dileyen düşünür onu, öğüt alır.” Son ayet ise Allah’ın dilemesi dışında kimsenin öğüt alamayacağını anlatıyor. Burada yine adil olmayan bir resim mi görüyoruz? Hayır, her bireyin hayat plânı farklıdır. Plân uygulanır
FATİHA SURESİ
-
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…
-
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’adır.
-
Rahman’dır, Rahim’dir O.
-
Din gününün Malik’i, sultanıdır O…
-
Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
-
Dosdoğru giden yola ilet bizi…
-
Kendilerine nimet sunduklarının, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlık ve şaşkınlığa saplanmamışların yoluna…
Paylaşım:
Ayetler (1-4): Surenin ilk dört ayeti, Muhammed’e Kur’an ayetlerini ileten meleğin, inananlara Allah’ın yüceliğini anlatmasıyla başlar. Allah’ın bütün yaratılmışa ölçüsüz merhametine işaret ederken, âlemlerin Rabbi, yani eğiticisi olduğu ifade ediliyor. Yani eğitilen sadece beşer değildir. Eğitimden ne anlıyoruz? Sadece beşerin eğitimi konusunda belki bir şeyler söylenebilir. Bunun için iki Kur’an ayetini hatırlayalım:
(Zâriyât-56) Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım.
(Tâhâ-50) Musa dedi: ”Rabbimiz her şeye yaratılışını lütfeden, sonra da yol-yordam gösteren kudrettir.
Ayetlerden beşerin, sadece Allah’a kulluk etmek üzere yaratıldığını anlıyoruz. Yaratılışımız O’nun bir lütfu imiş. Burada lütuf kelimesini sadece bedenimizin yaratılışı olarak anlıyorum. Ayrıca ruhumuz var. Ruhumuz özümüzdür. Bedenimiz ise bir eğitim yeri olan dünya okulundaki giysimizdir. Beden vasıta edilerek ruh eğitilmektedir. Dünyada bedenlenen varlığa “yol-yordam göstermek”, varlığın eğitiminin sağlanacağına işaret eder. Eğitimin amacının yaratana kulluk etmekle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Şekle ve vakte bağlı ritüellerin esas amaç olmadığını ve fakat eğitimin yardımcı araçları olduğunu düşünebiliriz. Kulluktan kastedilenin, varlığın yaratılış amacına uygun yaşayarak tekâmülle gösterilen hedefe ulaşması olduğu söylenebilir. Kur’an’da beşere gösterilen hedef ise “meleklerin Adem’e secde etmesi” sembolizmi içinde bulunabilir. (Kur’an A’raf-11)
“Din günü” çok özel bir kavramdır. Konu ile ilgili daha detaylı bir paylaşım bu çalışmanın da içinde yer aldığı “Evrenseldin.com” adresinde “Derlemeler” çalışması altında bulunabilir. Burada kısaca ifade edersek “Din günü”, Kur’an’da zaman zaman karşılaştığımız, “Allah’ın Dini” kavramının küresel ölçekte yerleşeceği, yani tek inanç sisteminin kabul göreceği dönem olduğunu düşünmek isterim.
İlk dört ayette Yaratan’ın sınırsız gücüne ve yarattıklarına karşı merhametine dikkatimizi çeken melek “Hamd, alemlerin Rabbi Allah’adır” diyor. Hamd kelimesinin toplumumuzda şükür kelimesi ile eş anlamlı kullanıldığını görüyoruz. Şükür kelimesinin beşerin kendine ulaşan nimetlere teşekkürü anlamında kullanılması doğrudur. Hamd kelimesinin ise, Kur’an’da, Yaratan’ın yüceliğini kabul ve övgü anlamında kullanıldığını fark ederiz. O’nun yüceliğini idrak eden yaratılmış varlıkların, O’nu hamd ile tespih etmesi gibi. Ayetler (Bakara-30; Râd-13 v.d.)
Ayetler(5-7): Bu ayetler ise beşerin Âlemlerin Rabbi’ne yakarışıdır. Yalnız O’ndan yardım istenmesi, imanın özüdür. Böyle bir imana sahip olan başka hiçbir gücün önünde eğilmez. Ne mutlu o kişiye. Yakarılan önemli bir konunun “dosdoğru yola iletilmek” olduğunu söyleyebiliriz. Dosdoğru yolun beşeri, Kur’an’da gösterilen hedefine iletecek en kısa yol olduğunu belirtebiliriz. Yollar çoktur. Fakat dosdoğru yol beşerin hedefine ulaşmaya çalışırken vakit kaybetmemesini sağlar diye düşünebiliriz.
TEBBET SURESİ
1- Elleri kurusun Ebu Leheb’in; zaten kurudu ya.
2- Ne malı kurtardı onu ne de kazandığı.
3- Alevli bir ateşe yaslanacaktır o.
4- Karısı da öyle.
5- Odun hamalı olarak. Gerdanında bir ip olacaktır onun, en sağlam fitillisinden.
Paylaşım:
Ayetler (1-5): Bu surenin ayetleri, Muhammed’in Kur’an’ı tebliğ etmesine düşmanca tepki gösteren, amcası Ebu Leheb ve eşi hakkındadır. Varlıklı ve güçlü olmaları bu ikilinin cezalandırılmalarına engel olmayacaktır.
TEKVİR SURESİ
1-Güneş büzülüp dürüldüğünde,
2- Yıldızlar ışıklarını yitirdiğinde,
3- Dağlar yürütüldüğünde
4- O bakmaya kıyılmayan develer kendi hallerine bırakıldığında,
5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
6- Denizler kaynatıldığında,
7- Benlikler çiftleştirildiğinde,
8- O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda,
9- Hangi günah yüzünden öldürüldü diye!
10- Sayfalar açılıp göz önüne konduğunda,
11- Göğün örtüsü soyulup indirildiğinde,
12- Cehennem kızıştırıldığında,
13- Cennet yaklaştırıldığında,
14- Her benlik önceden ne hazırlamışsa bilmiş olacaktır.
15- Hayır iş onların sandığı gibi değil. Andolsun o sinip gizlenenlere,
16- Akıp akıp giderek yuvasına girenlere,
17- Beriye geldiği ve geriye döndüğü zaman geceye,
18- Ve soluyarak açıldığı zaman sabaha,
19- Ki o, çok değerli bir elçinin sözüdür.
20- Çok güçlüdür o elçi. Arş sahibinin yanında saygındır.
21- İtaat edilir orada kendisine, emindir.
22- Ve arkadaşınız bir cin çarpmış değildir.
23- Andolsun ki o, onu apaçık ufukta gördü.
24- O gayb konusunda cimri değildir.
25- Ve o, kovulmuş şeytanın sözü değildir.
26- Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz?
27- O, âlemlere bir öğütten başka şey değildir.
28- İçinizden, dosdoğru yürümek isteyen için.
29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.
Paylaşım:
Ayetler(1-14): Kıyamet metaforu ile küresel uyanış tekrar edilmektedir. Örnek olarak güneşin dürülmesi yani sönmesi ile dünyada hayat biter. Fakat ayetlere göre hayat devam ediyor. Ancak küresel uyanışın önemi mecâzi ifadelerle anlatılıyor. Ayet (11) de göğün örtüsünün kaldırılmasını, beşerin bazı gerçeklerle karşılaşması gibi düşünebiliriz. Diğer taraftan ayet(10) da “sayfaların açılmasından” bahsedilmiş. Bu kavram her varlığın dünya hayatında yaptıkları ile yüz yüze gelmesini gösterir. Bu karşılaşma zaten beşerin her biyolojik ölümünde gerçekleşir ve ona göre de varlık eğitimine ya cennet, ya da cehennem boyutlarında devam eder. Ayet (7) deki benliklerin çiftleştirilmesi-eşleştirilmesi- ifadesi de bu çerçeveye oturur; yani benzer davranış sergileyenlerin okullarının da aynı olacağı anlayışına uyumludur.
Ayetler(15-29): Bazı doğa olaylarına yeminle başlayan ayetlerin, Arş’ın sahibi yanında değerli olan bir elçinin Muhammed’e ilettiği sözler olduğu ve onları topluma ileten Muhammed’in bir cin tarafından çarpılmadığı anlatılmış. Muhammed’in o elçiyi gördüğü de ifade edilmiş. Daha sonra gelen ayetlerdeki “o” zamiri hakkında yorumlar değişiktir. Kanımca “o” zamiri Kur’an’ı işaret eder. Gayb konusunda beşere gerektiği kadar bilgi veren Kur’an’ın, sadece beşere değil alemlere bir yol gösterici olduğu anlatılmış. Demek ki sadece beşer değil, bilmediğimiz başka alemlerde de ruhsal tekamül etmesi gerekenler var. Ancak bu yol göstericilik sadece dosdoğru yolda yürümek isteyenler için geçerliymiş. Bu ifade kişinin ruhsal tekâmülü ile bağlantılıdır. Yeterli tekâmüle ulaşmış olanlar ancak dosdoğru yolu fark edip o yolda yürümek isteyeceklerdir. Son ayet ise beşerin her türlü düşünce ve eyleminin Allah’ın izni ile gerçekleştiğini açıkça ifade ediyor.
A’LÂ SURESİ
-
Rabbinin o yüce adını tespih et;
-
O ki yarattı düzene koydu,
-
O ki miktarını, şeklini belirledi, yolunu çizip aydınlattı.
-
O ki otlağı çıkardı,
-
Sonra da onu sellerin sürüklediği morarmış bir atık haline getirdi.
-
Seni okutacağız da artık unutmayacaksın.
-
Allah’ın dilediği müstesna. O, açıklananı da gizleneni de bilir.
-
Sana, en kolay olanı kolaylaştıracağız.
-
Eğer hatırlatmak yarar sağlarsa hatırlat/ öğüt ver.
-
İçine ürperti düşen öğüt alacaktır.
-
İçi kararmış bedbaht ise ondan kaçınacaktır.
-
En büyük ateşe girer o.
-
Sonra orada ne ölür ne de hayat bulur.
-
Benliğini arındıran/zekat veren, kurtuluşa gerçekten ermiştir.
-
Rabbinin adını anmış, namaz kılıp dua etmiştir o.
-
Doğrusu şu ki, siz şu eğreti hayatı yeğliyorsunuz.
-
Oysaki sonraki hayat daha mutlu, daha kalıcıdır.
-
Bütün bu gerçekler ilk sayfalarda da elbette vardır.
-
İbrahim’in ve Musa’nın sayfalarında.
Paylaşım:
Ayetler (1-5): Yaratan ve yaratılışı düzene koyan ve yarattığının yürümesi gereken yolu belirleyip o yolu yürüyebilmesi için yolu aydınlatan, yarattığını gerektiğinde yok etme gücüne sahip Allah’ın adını tespih etmesi Muhammed’e emredilmiş.
Ayetler (6-13): Muhammed’e hitap ile başlayan ayetler, Kur’an’ı Muhammed’e tebliğ eden gücün Muhammed’i okutacağı (okuma-yazma değil), yani eğiteceklerini ve böylece Muhammed’in –Allah’ın diledikleri dışında-öğrendiklerini unutmayacağı ve bu eğitimin kendisine kolaylaştırılacağı anlatılmış. Muhammed’den, öğrendiklerini –eğer faydalı olacağını düşünürse- diğer insanlara da iletmesi istenmiş. Görülüyor ki Muhammed sadece Kur’an’ı insanlara nakletmemiş, onun açıklamasını da kendisinin uygun göreceği kişilere herhalde onların anlayabileceği kadar yapmış olabilir. Tebliğden ve açıklamalardan belli kişiler-iman etmesine izin verilenler, yani arınmaya başlayanlar- öğüt alıp gereğini yapmaya çalışırlar. Henüz yeterli arınmaya sahip olmayanlar ise doğal olarak Kur’an’dan kaçacaktır. Çünkü onlar Kur’an’ın önerdiği yolu benimseyemezler. Çünkü bu davranışı sergileyen kişiler için henüz uyanma zamanı gelmemiştir. Onlar yürüyen ölüden farksızdırlar.
Ayetler (14-19): Beşerin dünya hayatındaki serüvenine gönderme yapan ayetler bazı gerçeklere de değiniyor. Kur’an’da “meleklerin Âdem’e secde etmesi” sembolizmi ile beşere gösterilen hedefe ancak arınma ile varılabilir. Arınmanın ise sonsuz olduğunu düşünmeliyiz Çünkü beşer sadece dünya yaşamında arınma kavramına aşinadır. Mânevi âlemlerde arınma için gereken nedir, beşer aklımızla bilmiyoruz. Ancak dünya okulunda zekât veren, yani maddi ve mânevi zenginliğini usulünce paylaşan benliğin arınmasının mümkün olabileceğini anlıyoruz (Leyl Suresi-18). Arınan benliğin “Rabbinin adını anıp dua ettiğini”, ayet(A’lâ Suresi-15) belirtiyor. Arınma ve “Rabbinin adını anma” konuları, hangisi önceliklidir? İkisinin birbirini tetiklediğini düşünebiliriz. Yoksa “Rabbinin adını anıp dua eden milyarlarca benliğin arınması gerekirdi”. Fakat gerçek o değildir. Her konuda olduğu gibi arınma da O’nun izniyle olur (Nisa Suresi-49). Kur’an beşerin dünya hayatını tercih ettiğini - beşeri gözlemler de bu yöndedir- ve fakat âhiret hayatının kalıcı olduğunu anlatıyor. Devam ederek Kur’an, bu surenin son ayetinde, anlatılan bu gerçeklerin İbrahim ve Musa’nın sayfalarında da olduğunu anlatıyor. Bu açıklama ilahi öğretinin tek ve aynı kaynaktan olduğunun bir delili değil midir?
LEYL SURESİ
-
Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye,
-
Ve parıldadığı zaman gündüze,
-
Andolsun erkeği de dişiyi de yaratana,
-
Ki sizin emek ve gayretiniz mutlaka dağınık ve parça parçadır.
-
Kim verir ve sakınırsa,
-
Ve güzeli doğrularsa,
-
Biz ona, en kolay olanı kolaylayacağız.
-
Ama kim cimriliğe sapar ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görür,
-
Ve güzelliği yalanlarsa,
-
Biz onu, en zor olana sevk edeceğiz.
-
Aşağı yuvarlandığında malı onu kurtarmayacaktır.
-
Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece bizim işimizdir.
-
Sonrası da öncesi de sadece bizimdir.
-
Ben sizi, köpürerek yanan bir ateşe karşı uyardım.
-
Sadece karanlık ruhlu azgın girer ona.
-
Yalanlamış, sırtını dönmüştü o.
-
İyice sakınan da ondan uzak tutulur.
-
O ki, temizlenip arınsın diye malını verir.
-
O’nun katında hiç kimsenin, karşılığı verilecek bir nimeti yoktur/hiç kimsenin ona, karşılık olarak verilecek bir nimeti yoktur.
-
Yüceler yücesi Rabbinin yüzünü özleyip istemek için veren hariç.
-
Yakında mutlaka hoşnut olacaktır
Paylaşım:
Ayetler (1-11): Bazı doğa olaylarına yeminle başlayan ayetler beşerin emek ve gayretinin sürekli olmadığını belirtiyor. Burada bahsedilen emek ve gayret terimleri ile hayra yönelik çalışmalar kastedilmiş. Dünya yaşamının beşerden istekleri ve beşerin gücü düşünülürse beşerin emek ve gayretinin kesikli olması anlaşılabilir. Zaten ayet bundan şikayetçi değil. Devamla, kötülükten sakınan ve sahip olduklarını (maddi-manevi) paylaşan ve güzeli yani yaşamdaki düzeni sağlayan davranışları tasdik edip destekleyenin hayat yolunun kolaylaştırılacağı belirtilmiş. Diğer taraftan kişi cimrilik yapıp, ayrıca kendisinde güç olduğu sanısına kapılarak güzel davranışları ret ederse kendisini hayat yolunda zorlukların beklediği ve sahip olduğu maddi varlığın onu kurtaramayacağı anlatılmış. Hayat yolunun hem bu dünya hayatı hem de biyolojik ölüm sonrası yaşanan ahiret hayatı olduğunu düşünebiliriz.
Ayetler (12-16): Hangi inanç sistemi olursa olsun hedef beşerin ruhsal tekamülü olup beşerin eğitimi için çeşitli usuller kullanılabilir. Bunun için beşerin doğruya ve güzele kılavuzlanması işi eğitim planını yapan gücün elindedir. Anlaşılabileceği gibi kılavuzluk vardır ve kitap ve elçiler vasıtasıyla bu işlem yürütülür. Ayet (13) te ise yaratılış olayının tamamının planlanması ve uygulamasının yaratıcı gücün elinde olduğu güçlü bir şekilde ifade edilmiş. Devamında ise uyarıya sırtını dönenlerin karşılaşacağı eğitimin zorluğu “yanan bir ateş” metaforu ile anlatılmış.
Ayetler (17-21): Kötü davranışlardan uzak olan ve arınmak için malını olmayanlarla paylaşan kişiler ise azaptan uzak olacaklarmış. Bu kişilerin mallarını paylaşımı, her hangi bir borç karşılığı veya bir menfaat beklentisi ile değildir. Tek amaçları Yüceler Yücesi’nin hoşnutluğunu istemek olduğundan onlar mutlaka hoşnut edileceklermiş.
FECR SURESİ
-
Andolsun tan yerinin ağarma vaktine,
-
On geceye,
-
Çifte ve teke,
-
Yola koyulduğu zaman geceye.
-
Nasıl, bunlarda akıl sahibi için bir yemin var mı?
-
Görmedin mi ne yaptı Rabbin Âd kavmine?
-
Sütunlarla dolu İrem’e,
-
Ki beldeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.
-
Ve ne yaptı vadide kayaları oyan Semûd kavmine?
-
Ve kazıklar sahibi Firavun’a.
-
Bunlar ülkelerde azıp zulmetmişlerdi.
-
Ve oralarda bozgunu çoğaltmışlardı.
-
Bu yüzden Rabbin, üzerlerine azap kamçısını yağdırıverdi.
-
Çünkü Rabbin tam gözetleme yerindedir/tam bir biçimde gözetlemektedir.
-
İnsan böyledir; Rabbi kendisini deneyip de ona cömert davranır, nimet yağdırırsa: “Rabbim bana ikramda bulundu.” der.
-
Ama Rabbi onu sıkıntıya uğratıp rızkını ölçüye bağlarsa: “Rabbim bana ihanet etti.” Der.
-
Doğrusu şu ki, siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.
-
Yoksulun doyurulmasını teşvik etmiyorsunuz.
-
Mirası derleyip toplayıp yiyorsunuz.
-
Malı, devşirip depolatacak bir sevgiyle seviyorsunuz.
-
İş böyle gitmeyecektir. Yer birbirine çarpılıp dümdüz hale getirildiğinde,
-
Rabbin gelip melekler saf saf dizildiğinde,
-
O gün cehennem de getirilir. İşte o gün düşünüp anlar insan. Ama düşünüp hatırlamanın ona ne yararı var?
-
Der ki: “Keşke şu hayatım için önceden bir şeyler gönderseydim.”
-
Ogün hiç kimse O’nun azabı gibi azap edemez.
-
Ve hiç kimse O’nun vurduğu bağ gibi bağ vuramaz.
-
Ey sükuna kavuşmuş benlik!
-
Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak.
-
Gir kullarımın arasına. Gir cennetime.
Ayetler (1-14): Beşeri yeteneklerle varlığının farkına vardığımız bazı bulguların arkasındaki gerçeklerin ancak akıl sahipleri tarafından fark edilebileceğini vurgulayan ayetler, geçmişte toplumları içinde bozgunculuk yapan egemenlerin nasıl yok edildiğini bazı örneklerle hatırlatıyor. Örnekler Âd, SemÛd kavimleri, İrem yerleşimi ve azaptan nasibini alan Firavun’dur. Çünkü sistem her olup biteni en ince detayına kadar kayıt altına alır ve sonuçlar ilgililerce değerlendirilip plan uyarınca gereken yapılır.
Ayetler (15-26): Ayetler iki bölümde incelenebilir. Önce insanın beşeri zayıflığı hatırlatılırken, beşerin hem varlık hem de yoklukla deneneceği ve her iki durumda tepkisinin arzu edilenin tersi olduğu anlatılmış. Beşeri zayıflıklar dünyada düzeni bozmaktadır. Bu gelişme ise cezayı gerektirir. Unutmayalım ki ceza da eğitimin bir vasıtasıdır. Ceza bu dünyada olabildiği gibi özellikle ahirette var olacaktır. ‘Rabbin ve meleklerin’ ve hatta cehennemin dünyaya geleceği ifadesini, cezanın önemine vurgu yapabilmek için başvurulmuş bir yol gibi düşünebiliriz.
Ayetler (27-30): Dünya okulunda yaşam bulanlardan bazıları ise, O’nun yardım ve izniyle, dengeye ulaşmış, sonsuz tekâmül yolunda yürümektedir. Onlar nereden gelip nereye gittiklerini ve ne yaptıklarının farkına vardıklarından günlük olaylardan etkilenmezler ve o yüzden huzurludurlar. Yaşam tarzları ilahi âlemin istediğine ters değildir, eksikleri olsa da. İşte bunlar bu tekâmül seviyesinde ancak “kul” olabilirler ve onların artık eğitim için dünya okuluna dönmelerine gerek yoktur. Onları daha ileri seviyede eğitim bekler. Görüldüğü gibi “kul” olmak otomatik değildir. Diğer taraftan tekâmül sonsuz olduğu için eğitimin cennet boyutlarında da devam edeceğini söyleyebiliriz.
DUHA SURESİ
-
Andolsun kuşluk vaktine,
-
Gelip oturduğu vakit geceye ki,
-
Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.
-
Sonrası senin için öncesinden elbette ki daha mutlu ve kutlu olacaktır.
-
Rabbin sana verecek de sen hoşnut olacaksın.
-
O seni bir yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı?
-
Seni şaşırmış olarak bulup da kılavuzluğunu üstlenmedi mi?
-
Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?
-
O halde, yetimi örseleme,
-
Yoksulu/dilenciyi azarlama.
-
Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle yerine getir.
Paylaşım:
Ayetler (1-11): Kur’an tebliğinin ilk dönemlerinde bir aralık vahyin kesilmesi ile ilgili olan ayetlerde, bazı doğa olaylarına yemin edilerek Muhammed’i, Rabbinin terk etmediği söylenirken, geçmişte Muhammed’e Rabbin yardımları hatırlatılmış. Muhammed’in sonunun başından çok daha iyi olacağı müjdesi verilirken, yetime iyi davranması ve “Rabbinin nimetini söz ve fiilleri ile yerine getirmesi” istenmiş. Bu surede Muhammed’e yönelmiş görünen ayetler aslında tüm inanmışlara bir mesajdır. Her varlık yaşamında sıkıntılı dönemler ve arkasından rahatlamalar yaşamıştır. Bütün bunlar beşerin hayat planı ile ilgilidir. Sıkıntılı dönemi sabırla aşan kişinin rahatlayınca şükretmesi arzu edilir. Ancak hedef daha da ilerisi olup Rabbine teşekkürünü eylemle de ifade etmesi çok daha arzu edilir. Eylem teriminin açılımı dünyada barışın oluşmasına yardımcı olabilmektir. Sıradan bir varlığın dünya barışını etkilemesi doğrudan mümkün değildir. Ancak kişinin çevresi ile uyumlu yaşaması ve güzel düşünceler üretmesi yerinde bir hizmet olacaktır.
İNŞİRAH SURESİ
1. Açıp genişletmedik mi senin göğsünü!
2. İndirmedik mi üzerinden ağır yükünü!
3. Ki o, belini çatlatmıştı senin.
4. Ve yüceltmedik mi senin şanını!
5. Demek ki zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var.
6. Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var.
7. O halde, boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulup yorul.
8. Ve yalnız Rabbine yönelip doğrul.
Paylaşım:
Ayetler (1-8): Muhammed’le ilgili olan ayetlerde öncelikle Muhammed’in göğsünün açılıp genişletilerek yükünün hafifletildiği anlatılmış. Muhammed’in göğsünün açılıp genişletilmesi kendisine maddi bir müdahale yapılıp vahyi kolay alabilir duruma getirilmesi olabilir veya sağlanan manevi yardımlarla tebliğden dolayı göğsünün daralmasının önlenmesi anlamına da gelebilir. Yol ne olursa olsun, Muhammed’e yapılan yardımla elçilik yükünü taşıyabilecek yetenek kazandırılmış. Bunun sonucu ise Muhammed’in şanının yücelmesi olmuş ki elçi de yardım almadan hiçbir şeye muktedir değildir.
Ayetler her zorluk sonunda bir nimetin sağlanacağının altını çizerken “emeksiz nimet olamayacağı” deyişini bize hatırlatıyor. Devamla zorluğun üstesinden gelince, Muhammed’in yeni bir işe sarılması önerilirken, Muhammed’in sadece “Rabbine yönelip doğrulması” isteniyor. Doğrulmak, maddi hatalardan uzaklaşıp temizlenmek ise, bu hedefe ulaşabilmek için Muhammed’in Rabbine dönmesi gerekmiş. Elçiye yapılan öneriler diğer taraftan inanmışlara da bir yol, hem de değişmez bir yol gösteriyor. “Muhammed’in Rabbine dönmesi”, dünyada her yönde O’nun yüzünü görmek değil midir? Bu yolu kişi kendisi mi bulacak, yoksa var olan kılavuz kitap Kur’an’a mı yönelecek? Cevap bellidir.
ASR SURESİ
1. Andolsun zamana/çağa/gündüzün iki ucuna/sabah namazına/ikindi vaktine/Asrısaadet’e ki,
2. İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir.
3. İnanıp barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır.
Paylaşım:
Ayetler(1-3): İlk iki ayette asra yemin edilerek insanın hüsran içinde olduğu anlatılmış. Son ayete göre inanıp barışa yönelik işler yapanlar, birbirine hakkı ve sabrı önerenler, hüsran içinde değilmiş. Hüsran düş kırıklığı demektir. Bu anlatım biyolojik ölüm sonrası varlığın karşılaşacaklarına bir göndermedir diye düşünebiliriz. Beşerin dünya yaşamında elde ettiği maddi gücün biyolojik ölüm sonrası kendine hiçbir yararının olmayacağını anlaması varlığın düş kırıklığına uğramasına sebep olacaktır. Ancak bu durum tekâmül gerçeğine uygundur. Birinci ayette yemin edilen “asr” terimi her ne kadar değişik anlamlar ifade ediyorsa da kanaatimce “asr” terimi burada zamana işaret eder. Ayette belirtilen diğer anlamlar değişebilir. Esas olan zamandır. Zaman terimi biz, dünya okulunda eğitim şansı verilenler için dördüncü boyut olarak düşünülebilir. Dünya yaşamında beşer için önemli bir kavramdır. Ancak farklı boyutlarda zaman terimi bizim tanıdığımızdan çok farklı olabilir ki işaretini Kur’an’da görüyoruz:
Kur’an (Meâric-4) Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O’na.
ÂDİYÂT SURESİ
1. Andolsun soluyuşlarıyla ses çıkararak koşanlara/nefes nefese saldıranlara.
2. Çakıp çakıp ateş çıkaranlara,
3. Sabahleyin akın edenlere/baskın yapıp toprak fethedenlere,
4. Derken onunla toz duman çıkaranlara,
5. Derken onunla bir topluluğun ortasına dalanlara ki,
6. İnsan, Rabbine karşı gerçekten çok nankördür.
7. Ve kendisi de buna iyiden iyiye tanıktır.
8. O, mal ve servet arzusu yüzünden alabildiğine katıdır.
9. Bilmez mi ki, o kabirler içindekiler dışarı fırlatıldığında,
10. Göğüslerin içindekiler derlenip toparlandığında,
11. Hiç kuşkusuz, o gün, Rableri onlardan iyice haberdar olacaktır.
Paylaşım:
Ayetler (1-11): Bazı doğa olaylarına ve beşerin dünyadaki yaşam deneyimlerine yemin edilerek başlayan ayetler, beşerin Yaratan’a karşı gerçekten bir nankör olduğunu gerekçeleri ile sıralamış. Beşer yeterli meziyete sahip olduğu için yaptığı nankörlüğün farkındadır. Fakat beşer nefsinin isteğine uyar ve önleyemediği servet kazanma ve daha da arttırma arzusu yüzünden çevresine katı davranır. Bu davranış ise pek çok yanlışı da beraberinde getirir. Ancak zamanı geldiğinde ki o zaman; Kur’an’ın değişiyle “kabirlerin içindekilerin dışarı fırlatılması” ve “göğüslerin içindekilerin derlenip toparlanması” olarak ifade edilmiş olup, “Kabir” kelimesi, biyolojik olarak canlı olan beşerin bedenine ve “kabir içindekilerin dışarı fırlatılması” ruhsal uyanışa işaret eder ve “göğüslerin içindekilerin derlenip toparlanması” ise yaptığı bütün fiillerin kişi tarafından farkına varılmasıdır diye düşünebiliriz. Son ayet olayın önemine vurgu yapmak için “o gün Rabbin kişilerin davranışlarından iyice haberdar olacağı” anlatılmış. Aslında her davranışımız, her sözümüz ve hatta her düşüncemiz kayıt altında olup İlahi Sistem her an her şeyin farkındadır.
KEVSER SURESİ
1. Hiç kuşkusuz biz verdik sana Kevser’i/ iyilik, bereket, mutluluk güzellik ve aydınlığın tükenmezini.
2. O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
3. Kuşkun olmasın ki ebter/soyu kesik, sana kin kusup dil uzatanın ta kendisidir.
Paylaşım:
Ayetler (1-3): Kevser terimi, Muhammed’e maddi ve manevi pek çok nimet verildiği anlamında kullanılmış. Burada doğrudan BİZ tarafından nimetlerin sağlandığı anlatılmış ki bu nimetler sonsuz (tükenmez) olmalıdır. Benzer şekilde beşerin kazanımları da plan içinde ve izinledir. Verilen nimetlere karşı Muhammed’in, Rabbi için namaz kılıp kurban kesmesi istenmiş. Namaz terimi Arap dilinde yoktur ve Muhammed veya başkası niçin Rabbi için namaz kılsın? Namaz bir ritüeldir ve kişinin tekâmülüne yardımcı olabilecek bir araçtır. Yani kişi namazını kendisi için kılar. Bu çerçevede başka bir ayeti hatırlayalım:
Kur’an (93-11) “Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle yerine getir.” Diyor. Yani Muhammed’den beklenen Rabbini anması ve davranışları ile de toplumuna örnek olabilmesidir.
“Rabbin için kurban kes” sözü ise, özellikle Kur’an’ın tebliğ döneminde putlara kurban kesildiğini düşünürsek, tek ilâh kavramının yerleşmesine yönelik bir davranış olduğunu düşünebiliriz.
Son ayette, erkek çocuğu olmadığı için Muhammed’e, Mekke müşriklerinin soyu kesik demeleri kınanmış. Muhammed’in erkek çocuğu olmaması belki de hayırlı olmuştur. Kayıtlara göre Musa ve İsa için durum aynıdır. Biyolojik babalık mı önemli, yoksa evrensel bir fikri iletip dünyada milyarlarca insan arasında yayılmasını sağlamak mı önemli? Unutmayalım ki o milyarlarca insan evrensel fikrin iletimini sağlayanın manevi evlatları olmazlar mı?