top of page

NAMAZ HAKKINDA
 

     Namaz, inananlara, Kur’an’da önerilen, belki de en fazla ağırlık verilen şekil ve vakit ibadetidir. Günün belirlenmiş saatlerinde yerine getirilir ve öncelikle de abdest almayı yani bedenin bazı organlarının su ile yıkanması olan dış temizliği takip eder. Sonuçta sembolik te olsa Yaratan’ın huzurunda secde edilecektir. Özellikle toplumumuzda namaz olarak bilinen ritüelin Kur’an’ın tebliği ile başladığı düşünülür. Oysa gerçek çok farklıdır. Kur’an’ın tebliğinden çok önce İbrahim döneminde de namazın bilindiği ve uygulandığını Kur’an bize açıkça ifade eder:
 

Kur’an 22- 26 Bir zamanlar İbrahim için, Beytullah’ın yerini, şöyle diyerek hazırlamıştık: ”Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rüku-secde edenler için temizle.”


     Din öğretisinin ana hedefinin, beşerin insan olması yolunda eğitilmesi olduğunu düşünürsek diğer dini ritüeller gibi namazın da bu açıdan incelenmesi gerekir. Bilindiği gibi Kur’an son peygambere hitap ederek şunu söyler:
 

Kur’an 29-45 :  “Kitap’tan sana vahyedileni oku. Namazı da kıl. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. …”
 

   Ayet üzerinde düşünülmesi gerekir. Namaz bir ritüel olarak bireyi kötülüklerden nasıl alıkoyar? Sanıyorum anlatılmak istenen başka şeyler var. Namazın nasıl yerine getirildiğini düşünürsek- kıyam rüku, secde gibi- ve de eğer birey namazını Kur’an’ın emrettiği gibi dosdoğru kılarsa ve “namaz inanmışın miracıdır” değişini hatırlarsak, gerçekte namazın bireyi ruhsal yönden eğittiğini, yüceleştirdiğini ve insan olma yolunda adım attırdığını düşünebiliriz. Zaten namazını dosdoğru kılan birey namazdan sonra günlük işleri ile ilgilenirken diğer bireylere ve çevresine daha olumlu ve ılımlı yaklaşacaktır. Böyle bir yumuşak yaklaşım ise bireye aynen geri yansıyacaktır. Böylece Kur’an’ın öngörüsü gerçekleşecek; yani birey kötülüklerden ve çirkinliklerden korunacaktır. Herhalde namazdan bu beklenenin gerçekleşmesi için namazın dosdoğru kılınması gerekir. Bunun için de birey namaz sırasında ne dediğini bilmelidir; yani birey namaz surelerini kendi ana dilinde okuyabilmelidir. Bu görüşün ne anlama geldiğini aşağıdaki Kur’an ayeti çok açık şekilde ifade eder:
 

Kur’an 43-2,3 O apaçık Kitap’a yemin olsun ki,
 

      Biz onu akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an yaptık.
 

    Bu ayetlerden görebildiğimiz kadar, Kur’an olarak tanıdığımız Kitap, tebliği yapan boyutta hazırdı ve fakat tebliğ edilen topluluk Arap olduğundan onların “akıl erdirebilmeleri için” onların dilinden yani Arapça indirildi. Arap topluluğunun akıl erdirip erdiremediklerini bir tarafa bırakalım. Ana dilleri Arapça olmayan toplulukların Arapça bilmedikleri halde Kur’an’ı Arapça okurken akıl erdirebilmeleri mümkün müdür? Sorunun cevabı hayırdır. Toplumumuzda asırlarca Kur’an’ın Arapça okunmasının dayatılmasının sebebi, Kur’an okuyanların okuduklarına akıl erdirememesi için olmasın. Ayrıca Kur’an’ın Arapça tebliğ edilmiş olmasının Arapça dilini özel kılmadığını da belirtmeliyim.
 

     Tekrar konumuza dönersek, şekil ritüeli olarak kişi namazını var olan sistemde bile olsa tamamladığında kısa bir süre de olsa kendi ana dilinde Yaratan’ı yüceltmeli ve Yaratan ve yaratılışın yüceliği yanında kendi hiçliğini düşünmelidir-İbrahim peygamberin yaptığı gibi-. Kim bilir birey kendi hiçliğini düşünürken zamanla bu hiçlikte belki de hepliğe –bütüne ulaşabilme şansına sahip olabilir.
 

   Namaz insan içindir. Yoksa günümüzde genel olarak düşünüldüğü gibi insan namaz için değildir. Aynen İsa Mesih’in dediği gibi “Şabat insan içindir.” (Şabat, Musevi inancında kutsal kabul edilen cumartesi günü olup o gün Musevilerin tatil günüdür.)
 

     Namazın hedefi beşerin eğitilmesi çerçevesinde ki ritüellerden biri ise bu gerekliliğin güçlendirilmesi yollarını arayabilir miyiz? Bunun için belli saatlere bağlı kalmaksızın sıklıkla Yaratan’ı ve yaratılışı düşünerek Yaratıcı güç tarafından beşer için arzu edilen hedefe ulaşılabilmenin daha kolay olacağını düşünüyorum. Böyle bir uygulama ise bireyin her an namaz halinde yani Daimi Namaz halinde olmasını sağlamayacak mıdır? Namaz özünde O’nun huzurunda gerçekleştirildiği düşünülen bir ritüel ise her an O’nun huzurunda olduğunu düşünen bireyin düşünceleri de ve davranışları da güzelliklerle dolu olacaktır. Bu çerçevede Musa’ya yapılan bir öneriyi Kur’an’dan hatırlamak yerinde olacaktır:
 

Kur’an 20-14 ...İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk/ibadet et ve namazını, beni hatırlayıp anmak için yerine getir.
 

   Görüldüğü gibi Yaratıcı kendisinden başka ilah olmadığının hatırlanması için Musa’ya namazı öneriyor ve burada O’nu anmanın her hangi bir vakitte olabileceğini anlıyoruz. Ancak beşer kendi haline bırakılıp kurallar konulmadığında ne olabileceğini uzun uzun düşünmeye gerek görmem.
 

   Diğer taraftan Kur’an’ın farklı ruhsal boyutların varlığından bahsettiğini biliyoruz. Muhtemelen o farklı boyutlarda da namaz kılınmaktadır. Ancak nasıl bir namaz sorusunu da sormalıyız:    
 

Kur’an 37-164  “Bizim, istisnasız her birimizin bilinen bir makamı vardır.”
 

Kur’an 84-19 Ki siz boyuttan boyuta, halden hale mutlaka geçeceksiniz.
 

Kur’an 24-41 Görmedin mi, göklerdeki ve yerdeki şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da Allah’ı tespih etmektedirler. Herbiri kendine özgü duasını, kendine özgü tespihini bilmiştir. Allah onların yapmakta olduklarını çok iyi bilmektedir.
 

   Farklı ruhsal boyutlarda kılınan namazın ve O’nu tespih etmenin dünyada beşerin aynı alanda yaptıklarından farklı olması herhalde beklenmelidir. Aslında üzerinde yaşadığımız dünyada, aynı ortamı paylaşanların bile tespih ve namazlarının farklı olması da doğaldır. Çünkü her bireyin beşer bedenine sahip olsa da ruhsal yönden aynı olması mümkün değildir. Göründüğü kadarıyla Yol ince ve uzun. Ne diyelim? Her ne kadar her bireyin hedefi, kendisi farkında olmasa bile, aynı olmakla birlikte yolu farklı olsa da yolumuz açık olsun. Yolumuzun açık olmasının öncelikle O’nun izni ile mümkün olduğunu hatırlayalım. 
 

   Son ayette “yerdeki şuurluların Allah’ı tespih ettikleri” ifade ediliyor. Yeryüzünde iki ayak üstünde yürüyen her beşer acaba şuurlu mudur sorusunun cevabının düşünülmesi gerekir sanıyorum. 
 

     Tekrar konumuza dönelim ve namaz ritüelinin uygulamasını düşünelim. Kur’an’ın, beşerin bu dünyada takip etmesi gereken yolu aydınlatan bir ışık olduğu gerçeğini düşünürsek din adamları tarafından bizlere tarif edilen şekliyle namaz kılanların Arap dilinde bazı sureleri okumasının mantığını anlayamıyorum. O sureler beşere o Yüceler Yücesi hakkında çok sınırlı da olsa beşerin anlayabileceği dilde bilgi vermektedir. Peki, beşer özellikle de Arap dilini bilmiyorsa namaz sırasında o sureleri kime hitap ederek bilgi vermektedir? Zaman zaman bahsedildiği gibi beşerin imanının şuurlu olabilmesi için kalp gözünün gerçeklere açılmış olması gerekir. Bunun olmazsa olmazı ise kafasının içine toplum tarafından yerleştirilmiş putları kırabilmesidir. Putlar ise bireyin bir parçası olup içinde yaşadığı toplum tarafından beşerin beynine doğumdan başlayarak işlenmiştir. Bu durumda namaz esnasında  Kur’an surelerinin Arap dilinde okunmasının beşerin kafasındaki putları kırabilmesine yardımcı olabileceğini sanmıyorum. Bu düşünce belki de bireyin, yukarıda bahsedilen Daimi Namaz haline gelebilmesi için bir ışık olabilir. Işığı yakalayabilmek için birey her şeyden önce özgür olmalıdır. Kur’an ve diğer vahiy kitaplarını okuyup düşünerek yolunu bulmaya çalışmalı ve O’na secdesini de gönlünce yapabilmelidir. Asırlardır Kur’an bağımlılarının gerçekleştirdikleri namaz ritüelinde ilk adım ayağa kalkmasıdır ki bu hareket kıyam etme adını alır. Kur’an’da kıyamet ile ilgili çizilen sembolik resimlerde ölülerin kıyamından bahsedilir. Sanıyorum günümüzde de devam edegelen namaz ritüeli aslında sembolizm içerir ve ilk adım olan kıyam hareketini diriliş olarak düşünebiliriz. Daha sonra gelen rüku ve secde ise gene sembolik olup bireyin gerçek rüku ve gerçek secdesinin ancak dirilmiş ise yapabileceğini açıklamıyor mu? Eğer gerçek böyle ise asırlardır Kur’an bağımlıları yoksa namazlarından bihaber midirler? Bu düşünceleri belki destekleyeceğini düşündüğüm aşağıdaki Kur’an ayetlerini inceleyelim:
 

Kur’an 5-104 Onlara, Allah’ın indirdiğine ve resule gelin dendiğinde şöyle derler:  “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter.” Peki, ataları hiçbir şey bilmiyor, doğru yolu bulamıyor idiyseler de mi?  
 

Kur’an 2-115 Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah’ın yüzü vardır. Allah vasi’dir, varlığı sürekli genişletip büyütür;  Alim’dir, her şeyi en iyi biçimde bilir.
 

Kur’an 7-29 Şunu da söyle: “Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O’na doğrultun. Dini yalnız O’na özgüleyerek O’na yakarın. …” 
 

Kur’an 40-13 O odur ki size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten bir rızık indiriyor. O’na yönelenden başkası öğüt alamaz.
 

    Verilen ayetlerden Kur’an (7-29) a bakalım. Her mescitte kıble bellidir ve namaz kılanlar yüzlerini kıbleye yönlendirirler. Durum böyle iken gerçekte bizden istenen yüzlerimizin O’na yönelmesidir. Demek ki vakte bağlı namaz ritüelini yerine getiren her bireyin yüzü O’na yönelmiş olmayabilir. O zaman namaz kılan kişi hangi huzurda kıyam edip rükuya varıp sonunda secde etmektedir. Demek ki yüzünü O’na dönmemiş kişiler namazlarından gaflet içindedirler. Yüzünü O’na dönmek ne demektir? Bu ayet bize gerçek kıbleyi göstermiyor mu? Demek ki Kabe de semboliktir. Yüzünü O’na dönen yani gönül gözü ile O’na yönelen, gerçek kıbleye döndüğü için o kişinin kıyamı, rükusu ve secdesi de gerçektir. Son ayete baktığımızda gördüğümüz iç acıtıyor. O ayette O’na yönelenden başkası öğüt alamaz deniyor. Günümüzde Kur’an takipçisi toplumların zavallılığının sebebi o toplumlarda yaşayan bireylerin O’na yönelmemiş olması yüzünden gerekli olan öğütü alamamaları ve hayatlarını, almaları gereken öğüt çerçevesinde düzenleyememiş bulunmalarıdır dersek herhalde gerçekleri ifade etmiş oluruz.
 

   Aynı ayetin devamında ise “Dini yalnız O’na özgüleyerek” yakarmamız isteniyor. Yani peygamberlerden bile yardım istenemez. Zaten bizlere ulaşan din öğretisinin özünde “La ilahe illallah” denmiyor mu? O’ndan başka ilah mı var? Toplumumuzda neden türbelerden ve son Tanrı Elçisinden şefaat bekleniyor? İnsanlarda ve onları yönlendirenlerde akıl tutulması mı var? 
 

 Namaz konusunun fevkalade önemli olduğunu sanıyorum. Eğer Kur’an bağımlıları Kur’an’ın arzu ettiği gibi namaz ritüelini gerçekleştirebilirlerse daimi ibadete geçebilmeleri ihtimalinin yüksek olduğunu zannediyorum. Daimi ibadet halinde olan yani her an O’nun huzurunda olduğunu hissedebilen bireyin toplumunca yanlış olduğu kabul edilebilecek herhangi bir davranışta bulunması mümkün değildir. İşte bu AN, yani bireylerin daimi ibadet durumunu içselleştirip uygulamaya başlamaları, dünyada cennetin oluşturulmasına, daimi huzur ve barış ortamının hazırlanmasına Adem’in çocuklarını ulaştırabilecek yolun döşenmesine başlanması demek değil midir?

bottom of page