Evrensel Din
Universal Religion
ÖLÜM
Dünya hayatında beşerin yaşadığı deneyimlerden biri olan ölüm konusunda Kur’an’da verilen ayetlerden ikisine bakalım:
Kur’an 67-2 Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Aziz’dir O, Gafur’dur.
Kur’an 6-61 Kulları üzerinde egemenlik sahibi Kaahir’dir O. Üzerinize koruyucular gönderir. Nihayet ölüm birinize geldiğinde, elçilerimiz onu vefat ettirirler. Ne vaktinden önce iş yaparlar onlar ne de vaktinden sonra.
İlk verilen ayette, ölüm olarak toplumun geniş kesimlerince tanınan biyolojik ölümün ve dünya hayatının yaratılma sebebinin “denenmemiz” olduğu anlatılmış. Denenme bireysel liyakatın ölçülme metodudur. Adem’in yaratılış hikayesinde beşerden nasıl bir liyakat beklendiği ise sembolik olarak “meleklerin Adem’e secdesi” mecazı ile belirtilmiştir. Gerçekten maddeden yapılmış bedenimize haz veren şeyler dünyada var olmasa idi ne ile denenecektik? Beşerin hoşlandığı çeşitli hazlar biyolojik ölümle sona ermektedir. Evet böylece maddeden haz almayı esas alan bir birey için, ölüm, can acıtıcı bir son değil midir? Diğer taraftan beşere giydirilen beden eğer ölümsüz olsa idi acaba nasıl bir dünya yaşamı deneyimlerdik? Beşere gösterilen hedef ne olabilirdi? Dahası hayatta heyecan kalır mıydı? Bu söylenenler ister istemez, henüz madde etkisinden tam kurtulamamış ruhlara ödül olarak Kur’an’ın gösterdiği alt cennetlerin ne kadar sıkıcı olabileceğini anlatırken Derviş Yunus’un ulaştığı gerçekleri özetleyen dizeyi de hatırlatıyor.
Cennet, cennet dedikleri. Birkaç evle birkaç huri,
İsteyene ver onları. Bana seni gerek seni.
Diğer ayet (6-61) ise beşerin dünyadaki ömrünün sınırlı olduğunu yani daha önceden belirlenmiş olduğunu ifade ederken beşeri vefat ettiren elçilerin bu ayeti ve pek çoğunu tebliğ eden boyuttan (BİZ) gönderildiği çok açık bir şekilde belirtilmektedir. Bu tespiti yaptıktan sonra ölüm olayının görünen dışındaki durumuna biraz da olsa açıklık getirmeye çalışmak doğru olacaktır.
Beşerin bu dünyada deneyimlediği biyolojik ölüm aslında sadece ruhun bedeni terk etmesidir. Beden tamamen bu dünya toprağından oluşmuştur ve ölümle tekrar toprağa dönmektedir, yani alınan geri verilmektedir. Diğer taraftan beşerin biyolojik ölümünden önce topraktan haklı veya haksız olarak alıp bireysel ihtiyaçlarının çok ötesinde biriktirdikleri ise başka beşeri varlıklara miras olarak kalırken kendisi o birikimi sağladığı kaynağa ise borçlu olmaktadır. Bu borç nasıl ödenecektir, bilmiyorum. Bahsedilen bu borcun hesabını o toprağın sahibi, yani yaratıcıya herhalde hesap vermesi gerekecektir.
Biyolojik ölüme dönersek, bedeni terk eden ruh ise geldiği yere dönmekte ve artık Mevlana’nın deyişiyle kafesten kurtulmuş bir kuş gibi özgür olmaktadır. Yeni alemlere, yeni oluşumlara, yeni dostluklara kanat çırpacaktır. Aslında o dostlar bizim için yeni değildir. Bizim zaman kavrayışımıza göre eski, çok eskiden birlikte olduğumuz canlarla tekrar bir araya geleceğini sanıyorum. Bu bir kavuşmadır. O sebeple olsa gerek bu kavuşmayı Anadolu’muzun ender düşünürlerinden Mevlana ruhun biyolojik bedeni terk ettiği günü bir düğün günü olarak ifade eder.
Ölüm terimi veya ölü olma kavramı beşeri bedenimizin biyolojik cansızlığı olarak kısaca yukarıda ele alınmıştı. Ayrıca Mevlana’nın, beşerin bedeninin biyolojik ölümü ile ne anladığına da kısaca değinilmişti. Mevlana’nın söz ettiği şekliyle konuyu anlayabilmemiz için ebedi olan ruhun varlığı ve bu dünyanın ruhumuzun eğitimi için düzenlenmiş bir okul olduğunu bilmemiz gerekir diye düşünüyorum. Dünya okulu geçmişte, günümüzde ve gelecekte ruhların eğitimi için kullanılmıştır, kullanılmaktadır ve kullanılacaktır. Herhangi bir dönemde dünya üzerinde yaşayan beşeri varlıkların tamamının ruhsal gelişim seviyeleri aynı değildir. Bu gerçeklik gören gözler için günlük hayatımızda açık bir şekilde gözlenebilir. Bu dünya okulu ruhların uyanmalarına, yani dirilmelerine yardım etmek üzere düzenlenmiştir. Meydana gelen her şey aslında eğitimimiz içindir. Vahiy Kitapları eğitimin başlangıç safhalarındaki ruhların sahiplerini, henüz uykuda olduklarından hareketle onları ölü olarak tanımlar. Bu konu ile ilgili olduğunu düşünebileceğimiz bazı örnekler aşağıda verilmiştir:
Matta İncili 8-21.22 İsa’nın takipçisi olan birisi konuştu: “Rab, önce izin ver gidip babamı gömeyim.” İsa cevap verdi: “Benimle gel ve bırak ölüler ölüsünü gömsün.”
Kur’an 36-69,70 Biz o peygambere şiir öğretmedik... Ona vahyedilen bir öğütten ve apaçık bir Kur’an’dan başka şey değildir.
Diri olanı uyarsın ve inkarcılar üzerine söz hak olsun diye indirmiştir.
Kur’an 6-36 Ancak gereğince dinleyenler çağrıya cevap verir. Ölülere gelince, Allah onları diriltecektir, sonra O’na döndürülecekler.
Kur’an 60-13 Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir toplulukla dostluk kurmayın. Çünkü bunlar ahiretten ümitlerini kesmişlerdir. Tıpkı, kabir halkından olan inkarcıların, ümitlerini kestikleri gibi...
Hem İncil ve özellikle de Kur’an biyolojik olarak canlılık gösterenlerin belki de çoğunu kabir halkı yani yaşayan ölü olarak tanımlıyor. Gene yukarıda verilen ayetlerden görüyoruz ki ilahi mesaj sadece diri olanlara yöneliktir. Sadece onların mesajı anlayabileceği belirtiliyor. Dahası diriliş olayının devamlı olduğunu da görmek mümkündür:
Kur’an 2-28 Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz?! Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz.
Biyolojik olarak canlı olsa da henüz dirilmemiş olanlar ne olacaktır? Bu sorunun cevabı da gene yukarıdaki ayetlerde bulunabilir. Onların da Allah tarafından diriltileceği müjdesini görüyoruz. Bu söylenenlerin herhangi bir çelişki içermediğini sanıyorum. O bireylerin de zamanı gelince dirileceklerini ve bu meselenin bir eğitim ve sınav geçme esasına dayandığını bilmek yeterli olacaktır. Bireylerin gerekli sınavlarını başarıncaya kadar eğitimlerine bu dünya okulunda veya başka maddi okullarda devam edileceğini ve her halde ahiret süresinde de kendileri için uygun görülecek eğitimden geçirileceklerini düşünebiliriz. Çünkü tekamül sonsuz olduğu için dirilişin de sonsuz olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarıda verilen ayetlerden anlayabildiğimize göre ruhsal tekamül için bireyin uyanması yani dirilmesi gereklidir. Ancak diriliş yeterli midir? Dersek cevap hayır olmalıdır. Çünkü ruhsal tekamülün sonsuz olduğunu sanıyorum. Diriliş olayının da sonsuz olduğunu düşünüyorum. Her an yeni gerçeklere uyanan ruh her halde sürekli diriliş halinde olmalıdır. Nasıl ki dünyamızda her geceden sonra gündüz başlıyor ve her gecenin uykusundan sonra ertesi sabah uyanıyorsak tahminimce her ruhsal uyanış başka uyanışlarla devam etmelidir. Çünkü yaratılışın özünde durağanlık yoktur. Unutmayalım ki “O her an bir iş ve oluş üzerindedir” (Kur’an 55-29). Bunun doğal sonucu ise insan denilen ve tekamül edebilme yeteneğine sahip yaratılmışların da benzer davranışlar içinde olması gerektiğidir.
Bir beşerin biyolojik ölümü sonunda çeşitli toplumlarda gördüğümüz değişiklik gösteren bazı ritüellerin ilginç olduğunu sanıyorum. Özellikle Kur’an bağımlısı toplumlarda ölü beden geldiği yere yani toprağa döndürüldükten sonra Kur’an’dan surelerin okunmasının sebebini anlayabilmiş değilim. Çünkü Kur’an dirilere öğüt almaları için indirilmiş bir vahiy kitabıdır. Toprağa verilen ise sadece cesettir. O halde yapılan işlemin anlamı var mıdır? Bu soruya din adamları mantıklı bir cevap verebilecekler mi bilmiyorum. Devam edersek kişinin biyolojik ölümünden sonra yedinci ve kırkıncı günleri de gene Kur’an’dan çeşitli surelerin okunmasına dayanan uygulamalar yapıldığını biliyoruz. Korkarım bu ve benzeri uygulamalar toplumların ilahi vahyin özünü anlamalarına şans tanımamaktadır. Bu çerçevede her bireyin görebileceği gibi özellikle Kur’an’ın özü olan barış mesajı anlaşılamadığı için Kur’an bağımlılarının oluşturduğu toplumların barışa ulaşmalarının yakın bir gelecekte mümkün olacağını düşünemiyorum.