Evrensel Din
Universal Religion
ŞERİAT
Ortadoğu Coğrafyasında yaşamış toplumlara Yaratıcı Güç tarafından gönderildiğini kabul ettiğimiz vahiy kitaplarına bakarsak genel olarak bazı sonuçlara varabiliriz. Her vahiy kitabı önerilerini, gönderildiği toplumdan bir seçilmiş olan elçi vasıtası ile ve o toplumun diliyle tebliğ etmiş ve o toplumda var olan yaşam tarzına fazlaca ters düşmeyecek yönlendirmeler ve bilgilendirme ve olabildiğince onların açıklamalarını getirmiştir. Topluma yapılan öneriler ve açıklamaları o toplumlarda var olan alışkanlıkları daima daha ileri sayılabileceklerle değiştirirken diğer bazı durumlarda ise var olan ritüellere belki bazı ekler ve bazı yeni uygulamalar getirmiş olabilir. Geçmişte de ve günümüzde de bireylerin uyması arzu edilen şekil ve vakit ritüellerinin aslında inancı toplumsallaştırdığını düşünmekteyim. Bu görüşü İsrailoğullarına yönelik bir Kur’an ayeti ile desteklemek mümkündür.
Kur’an 16-124 Cumartesi tatili, sadece onda ihtilaf edenlere farz kılındı. Rabbin, tartışmakta oldukları şey hakkında, onlar arasında kıyamet günü hüküm verecektir.
Demek ki Musa’nın İsrail oğullarını yönlendirdiği dönemde Cumartesi günü toplumun dinlenmesi önerilmiş ve fakat bu öneriye uymayanlar ve hatta tartışanlar olmuş ki toplumsal bütünlüğü sağlamak için Cumartesi tatili farz kılınmış. Yani Tevrat bağımlılarınca mutlak uyulması gereken bir kural olarak kabul edilmelidir. Kur’an bağımlılarına önerilen Cuma günü mescitte toplanma önerisi de bir araya gelme ve bazı konularda toplumun bilgilendirilmesi yönünden yararlı bir faaliyettir. Aynı çerçevede olduğunu düşünebileceğimiz ve toplumun önem verdiği ritüellerden bir tanesi olan hac zaten Kur’an’ın vahyinden önce de o bölgede bilinen bir uygulama idi ve amacının toplumsal olduğunu kabul etmeliyiz. Kabe’nin İbrahim ve oğlu İsmail tarafından bakımının yapıldığını ve dahası Kabe’nin İbrahim’den önce de var olduğunu ve tavaf için hizmete sunulduğunu anlıyoruz:
Kur’an 2-125 Hatırla o zamanı ki, biz Beytullah’ı insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık, Siz de İbrahim’in makamından bir dua yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şu sözü ulaştırmıştık: ”Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, ruku-secde edenler için evimi temizleyin."
Görüldüğü gibi İbrahim’den önceki dönemlerde de Kabe’nin tavafı, rüku-secde kavramları o toplumda biliniyor ve uygulanıyordu. Ayet Kabe’nin insanlar için bir toplantı yeri olduğunun da altını çizmektedir. İncil bağımlılarının da Pazar günleri bir araya geldikleri asırlardır süregelen bir uygulamadır ve amacının gene hatırlatma ve sosyalleşme olduğunu düşünebiliriz. Toplumlara önerilen ritüellerin şekil ve vakit farklılığı herhangi bir ötekileştirmeye sebep olmamalıdır. Çünkü öneri vahyi gönderen kaynaktan gelmektedir:
Kur’an 22-67 Her ümmet için biz, bir ibadet şekli / bir ibadet yeri belirledik; onlar onu izlerler. Artık bu iş konusunda seninle çekişmesinler...
Diğer taraftan örnek olarak Tevrat bağımlısı toplumun şekle bağlı bazı ritüellerinin o toplumun bireylerinin olumsuz davranışları yüzünden önerildiğini Kur’an açıkça belirtir:
Kur’an 6-159 Yahudilere tüm tırnaklı hayvanları haram kıldık. Onlara ayrıca sığır ve koyunun yağlarını da haram kıldık. Sığır ve koyunun sırtlarının ve bağırsaklarının taşıdığı yağlarla, kemiklerle karışan yağlar bunun dışındadır. Bunu onlara azgınlıkları yüzünden bir ceza olarak yaptık..
Vahyi planlayan ve düzenleyen gücün Tevrat bağımlılarına önerdiği ve cezaya yönelik bazı kurallara bakalım:
Kur’an 5-44,45 Biz indirdik Tevrat’ı biz...
O Kitap’ta onlar üzerine şöyle yazmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalar karşılığında da Kısas. Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.
Kur’an 5-32 İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir...
Ne kadar ilginç değil mi? Yaklaşık üç bin sene öncesi Kısas öneriliyor ve fakat kısasın bağışlanması teşvik ediliyor. Diğer taraftan bir kişinin bile öldürülmemesi arzu ediliyorken bilinen bazı toplumların günümüzde bile toplumsal kıyım yapması makul görülebilir mi?
İnancın bireysel olduğunu, bireyle vahyi gönderen Güç arasındaki ve sadece bireyin gönlüne hitap eden bir ilişki, bir birliktelik duygusu olması gerektiğini düşünürsek acaba vahyi gönderen Güç kurallar koymakla yanlış mı yapmaktadır? Hiç de değil. Vahiy günümüzden asırlar öncesi gönderilmişti ve o dönemde insanların yaşam şartları çok daha ilkeldi. Bir takım hukuk kuralları geçerli olsa da henüz bireyler hem bu günkü gibi birey olamamış ve henüz toplumsallaşamamıştı. Sanıyorum elçiler vasıtası ile gönderilen vahiy ile kişilerin maddeden kendilerinin imal ettikleri putlara tapmak yerine her şeyin sahibine tapmak yolunda bir hazırlık yapılırken getirilen şeriat kuralları sayesinde özellikle kalabalık ritüeller de vasıta edilerek aile gruplarının aynı değerleri paylaşarak toplumsallaşmanın sağlanması hedeflenmiş olduğunu sanıyorum. Daha sonraki dönemlerde toplumların birbiri üzerinde egemen olma gayretlerinin ise kültürel paylaşıma yol açmış olduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan şeriat bir kurallar dizini olduğundan ve eski toplumlarda çoğunluğun okur-yazar olmaması ve Din Hiyerarşisindeki beşeri zayıflık sonucu topluma önerilen öğretiye yeni fakat beşer yapısı ekler yapılması da mümkün olmuştur. Böylece toplumları oluşturan bireyler inancın özünü kaybetmiş ve fakat bu toplumların yönetilmesi çok daha kolay olmuştur. Ayrıca her toplumda vahyi tebliğ eden güç tarafından önerilen kurallar o toplumun bilinç seviyesine göre dizayn edildiği için zaten farklı toplumların inançları arasında görünürdeki yüzeysel farklılıklar varken beşeri eklemeler bu farklılıkları daha da artırmış ve inanç özünde aynı olmakla beraber farklı toplumlar şeriat kurallarına yapılan beşeri eklemelere bakarak inançlarının tamamen farklı olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Dahası aynı kitap bağımlıları bile toplumlarındaki bazı düşünürlerin vahiy kitabını farklı yorumlaması ve bu yorumların peşine düşülmesi sonucu mezheplerin ortaya çıktığını görüyoruz. Halbuki Kur’an’ın bu konudaki mesajı çok açıktır:
Kur’an 30-31,32 …sakın şirke sapanlardan olmayın.
Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.
Vahiy kitaplarının dünya toplumlarına tebliğ edilmesinin sebebi tek Tanrı fikrinin benimsetilmesidir. Verilen Kur’an ayeti doğrudan Eski Ahit ve Yeni ahit bağımlılarına yöneliktir. Aynı ayetin şikayet ettiği konu olan inançtaki bölünmüşlük günümüzde özellikle Kur’an bağımlısı toplumlarda çok belirgindir. Fakat Kur’an bu uygulamanın şirk olduğunu belirtiyor. İlginç olan ise bu ayet ve benzerleri varken din bilginlerinin günümüzde bile mezhep kavramının devam ettirilmesine vasıta olmaları anlaşılır gibi değildir. Gerek inançtaki parçalanma ve gerekse diğer yanlış uygulamalar yüzünden bakın son Tanrı Elçisi nasıl şikayet ediyor:
Kur’an 25-30 Resul de şöyle der. “Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur’an’ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular.”
Dünyamızda son birkaç asırda emperyal toplumların çözüldüğü ve yerine ortak dili kullanan toplumların milletleri oluşturması gözlenebilir. Yani bireyleri bir araya getiren ve onları birbirine bağlayan millet kavramı aktif rol oynamıştır. Bundan sonra ki aşamada ise milliyet kavramının geride bırakılıp tek dünya toplumuna doğru bir evrilmenin görülebileceği söylenebilir. Günümüzde ise küreselleşme adı altında toplumlara dayatılan öneri olsa olsa az gelişmiş toplumların gelişmiş ekonomiler tarafından askeri güç kullanılmadan sömürülmesinin yolunu açmıştır. Adına insan denilen bireylerden oluşan dünya toplumlarının tek bir toplum oluşturması fikri caziptir ve olması gereken de budur. Fakat böyle bir oluşumun yolunun çizilmesi ve inşası için adalet kavramının esas alınması gereklidir. İşte bu aşamanın gerçekleşebilmesinde inanç sisteminin tekrar olması gerektiği yere oturtulmasının etkili olacağını güçlü bir şekilde ifade etmekte yarar olacağını düşünüyorum. Yani inancın bireyselleşmesinin önemli bir adım olacağını belirtebiliriz. Bu önemli adımın atılabilmesi için de bireylerin bilinç seviyesinin gelişmesi gerekecek ve bu gelişme ister istemez her toplumun inanç sisteminde asırlardır yerleşmiş olan ve toplumlar arasındaki yapay farklılığa sebep olan şeriat kurallarının geçerliliğini yitirmesi sonucunu doğuracaktır. O dönemi insanlık için Kıyamet olarak da adlandırabiliriz.
Yukarıda verilenleri özetlemeye çalışalım. Şeriat, evet inancı toplumsallaştırır. Ancak bu sonuç hedefe giden yolda önemli bir adımdır, fakat yetmez. Şeriat sayesinde de olsa toplumsallaşma bireyler arasında ortak bir görüşün meydana gelmesine ve toplumsal dayanışmaya yol açabilir. Bireyleri bir arada tutan çimento bileşenlerinden bir tanesi gibi kabul edebiliriz. Geçmişte oldukça güçlü bir yapıştırıcı olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak zaman içinde teknolojik gelişmeler ve yeni düşünce akımlarının bireyleri toplum içinde yurttaşlık paydasında birleştirdiğini görebiliriz. Bu gelişmenin daha sonraki bir adımının insanlık ortak paydasında birleşme olduğunu düşünebiliriz. Ancak şeriatın etkisinin günümüzde halen devam ettiğini de gözlemleyebiliyoruz. Şeriatın etkisinin devam etmesi inancın bireyselleşmesinin önündeki en önemli engeldir. Acaba dünyamızda inancın bireyselleşmesi fikri toplumlara hakim olursa bireyleri bir arada tutacak bir yapıştırıcı yok mudur? Sanıyorum olacaktır. O yapıştırıcının ilerleyen dönemlerde insan olmak ortak paydası olacağını düşünüyorum. Tahminimce insan olmak ortak paydasında birleşen insanlar hem bir birey olarak birbirlerinin inancına saygı duyarken diğer taraftan insanlık ailesi olarak tanımlayabileceğimiz bütünün parçaları olduklarını idrak etmeye başlayacaklardır. Esas yapıştırıcının bu kavram olacağını düşünüyorum. Bu aşamaya ulaşmış insanlık toplumunun belki de evrendeki muhtemel diğer yaşam türlerine eğitmenlik yapma ihtimali bile olabilir. İşte bu aşama acaba Kur’an’da bahsedilen “meleklerin Adem’e secde etmesi” müjdesinin başlangıcı olmasın?