top of page

ŞÜKÜR


   Dünya okulunda yaşam şansı bulmuş olan beşer biyolojik canlılığının farkındadır. Fakat dünya  ortamında hayatı paylaştığımız, beşerden gayrı diğer canlıların yaşamı nasıl algıladıkları hakkında bilgimizin yeterli olduğunu sanmıyorum. Biyolojik olarak canlılığının farkında olan beşer bu dünyada niçin yaşam imkanı bulduğunun farkında mıdır? Çevremize ve değişik ülkelerde yaşayan ve dünya toplumlarını oluşturan beşerin yaşam tarzına baktığımızda gördüğümüz resim; küçük bir azınlık dışında geri kalanlarının toplumlarınca ve hatta küresel etkilerle oluşturulmuş ve gerektiğinde değişebilen kurallara olduğunca uyum sağlayarak, bütün gününü koşuşturarak geçirmekte ve sadece kendi biyolojik ihtiyaçlarının tatminini düşünmekte olduğudur. Çok kalabalık dünya toplumunun içinde azımsanmayacak belli bir kısmı ise kendi toplumları tarafından kabul edilmiş vakte ve şekle bağlı bazı dini ritüellerin gereğini yaparken, yöneldiğini düşündüğü güce genellikle kendisine maddi imkan sağlanması talebinde bulunur ve çoğunlukla otomatik olarak teşekkür eder yani mutluluğunu kelimelerle ifade eder.  


    Beşerin yaşadığı dünya ortamı acaba onun yaşayabilmesi için uygun hale nasıl gelmiştir? Dünya mı beşerin bedeni için uyumlu hale getirildi yoksa beşerin bedeni mi dünya şartlarına uyumlu hale getirildi? Bilemiyoruz. Belki ikisi de yapıldı. Belli ki çok mükemmel bir mühendislik çalışması çok önceden yapılmıştır. Bilimsel çalışmalardan bizlere iletilenlere göre gerek beşerin biyolojik bedeni ve gerekse beşerin içinde yaşam imkanı bulduğu çevre yani dünyamız çeşitli dönemlerde değişikliklere uğramıştır. Sanıyorum hem kendisinin ve hem de dünyanın yaratılışındaki mükemmelliğin biraz da olsa farkında olanlar, o az sayıdaki beşeri varlıklar, yaşamları için en gerekli olan nefes alışlarının bile izinle olduğunun farkına varmıştır ve bunun için de kendisine var olan imkanı sağlayan güce şükreder. Şükrederler, çünkü bilirler ki yaşamlarına devam edebilirlerse ancak, dünyada bedenlenmeden önce kendileri için belirlenmiş görevlerini yerine getirebilirler. Farkındalığa sahip olanlar, dünya ortamını diğer yaratılmışlarla paylaştığını ve birlikte barış içinde yaşanması gerektiğini de bilir. Bu biliş bireye çevresindeki canlılara hizmet etmesi gerektiğini devamlı hatırlatır. Çünkü birey özünde hizmet görevini başarabilmek için dünya okulunda yaşam bulmuştur diyebiliriz. Diğer canlılara hizmet edemediği zaman görev başarılamamış olacaktır. İşte bu bilince ulaşmış bir bireyin dünyada yaşamını devam ettirebilmesi için kendisine sağlanan imkanlar yüzünden devamlı şükür ifade ettiğini düşünüyorum. Diğer taraftan düşünebilmemiz, düşüncelerimizi ifade edebilmemiz ve hatta nefes alabilmemiz bile O’nun izni ve planı içinde ise O’na şükür halinde olmak ta O’nun İzni ve Arzusu ile olmaktadır. Acaba beşerin yaratılışının hedefi bu olmasın?     


     Bireyin O’na şükür etmesi nasıl olacaktır?  Öncelikle birey kelimelerle şükür eder. Hepsi bu kadar mı? Diye sorarsak, cevap hayır olmalıdır. Birey bilinç seviyesine bağlı olarak sessizce, gönülden O’na şükredebilir. Bunun da yeterli olmayabileceğini düşünebiliriz. Sanıyorum madde evreninde en güzel şükür O’nun yarattıklarına hizmet etmektir ve bu düşünce Tanrı Elçileri’ne iletilen emirleri belirten aşağıdaki Kur’an ayetleri ile hayat bulmaktadır:


Kur’an 93-11 Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle dile getir,

Kur’an 34-13...Ey Davud ailesi, şükür olarak iş yapın. Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki...


Kur’an 27-19  Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi: “Rabbim! Bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın barışçıl bir iş yapmama izin ver. Ve rahmetinle beni barışsever kullarının arasına sok.”   
 

    Bu verilen Kur’an ayetlerinden son ikisinin hitap ettiği elçiler bellidir. Diğer ayet (Kur’an 93-11) ise son elçi Muhammed’e hitap eder. Muhammed’e verilenlerin sadece Kur’an ayetleri olduğunu düşünemiyorum. Görevini başarabilmesi için kendisine gerekli bedensel ve ruhsal yetenek kazandırıldığını düşünüyorum. O yüzden kendisinin bir taraftan Kur’an’ı tebliğ ederken diğer taraftan söz ve davranışları ile ve özellikle güzel ahlakı ile topluma örnek olabildiğini sanıyorum. Emir-ül müminin olarak vefat ettiğinde geride miras bırakmamış olması günümüzde İslam Ülkesi olduğu düşünülen yörelerde yaşayan güç sahipleri için örnek alınacak bir davranış olmalıdır. Son iki ayette ise diğer iki Tanrı Elçisi’nin şükür olarak barışa yönelik iş üretmelerinin esas olduğunu anlıyoruz. Aslında bu üç ayetteki perdeyi kaldırırsak ne görürüz? Yapılan işler doğrudan insanları yani toplumları ilgilendirir. Yani din öğretisinin özünde insana hizmet vardır. Çünkü din öğretisinin insan için düşünülüp, tasarlanıp uygulamaya konulmuş olduğunu ifade etmenin yanlış bir düşünce olmadığını sanıyorum. 


    Bahsedilen öğretinin içinde yer alan bir önemli özellik beşerin bu dünya okulunda hayat bulmasıdır ve bu konu Kur’an’da ilginç bir yaklaşımla açıklanır:


Kur’an 10-4  Allah’tan hak bir vaat olarak hepinizin dönüşü yalnız O’nadır. Yaratılışı başlatır, sonra yarattıklarını varlık alanına çıkarır ki, iman edip barışa yönelik amelleri yerli yerince sergileyenleri ödüllendirsin. 
 

    Ayet fevkalade ilginçtir. Henüz gerçeğini anlama şansına ulaşamadığımız yaratılış konusundaki ifadeye göre yaratılanların sonradan varlık alanına çıkartılmasından bahsediliyor. Varlık alanından şimdilik madde esaslı kendi evrenimiz ve muhtemel başka evrenler anlamını çıkartabiliriz. Özümüzün öte alemde var olduğunu ve madde evrenine uygun bir değişim sonucu buradaki şartlara adapte olup dünya okulunda yani iki kapılı handa geçici bir süre yaşam bulacağını anlıyoruz. Dünya okuluna gelmemizin hedefinin ise yaratılanlardan “iman edip barışa yönelik amelleri yerli yerince sergileyenlerin ödüllendirilmesi” olduğunu anlıyoruz. Gerçekten de çevremizi incelersek madde ortamında oyuna dalan bireyler çokça görülürken az da olsa madde ortamındaki geçiciliği gören gözlere sahip olduğu için oyuna dalmayanların varlığı da bellidir. İşin ilginç yanı oyuna dalanların kişisel hırsları yüzünden bozulan barış ortamını yeniden oluşturmaya çalışanlar da gene oyuna dalmayanlardır. Ayrıca bu resimden anlamamız gereken başka bir özellik ise farklı davranışları sergileyen bireylerin aynı anda dünya okulunda var oluşlarıdır. Bu görünüş öte yandan yaratılıştaki ikilem temeline gayet iyi uyum sağlamaktadır. Her şeyin bir ayet olduğunu düşünürsek bu resim de bir ayettir. Olabilir ki nefsine boyun eğen bireyler bu görüntüden ders alabilirler. Unutmayalım ki barışçıl bireyler olmasa idi dünyanın hali ne olurdu?  Demek ki özümüze dünya okulunda yaşam imkanı verilmesi bir şanstır. Hem bunun için hem de eğer ödül alabilirsek gene şükretmemiz gerekmez mi? Yaratan güç tarafından beşere sağlanan imkanlardan çok önemli bir tanesi düşünülmesi arzusu ile aşağıda sunulmaktadır:


Kur’an 2-56 Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.
 

    Bu ayetin Kıyamet konusu ile doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum. Gerek İncil gerekse Kur’an beşerin çoğunluğunu kabir halkı olarak nitelendirir. Beşerin kıyameti yani dirilişi ise ruhsaldır. Bu gerçek verilen ayette açıkça vurgulanmaktadır. Dirilen kişi yaratılışa farklı gözle bakmaya başlar, artık o olayların farkına varmaya başlamıştır. Her ne kadar farkındalık konusu da sonsuz da olsa böyle bireyler henüz uyuyan diğer bireylerden mutlaka farklı davranabilecektir. Fakat bu farkındalık ayette de belirtildiği gibi izinle olmaktadır. Ancak farkındalığı ortaya çıkan bireylerin bu hediye için gerçekten şükretmesi gerekmez mi?  Düşünen insan her gün değişik gerçeklere ulaşabilir, Yani kişinin farkındalığı devamlı artabilir. Biliyoruz ki inananlar için Kur’an değişik yükselme boyutlarından bahseder (Kur’an 70-3). Özellikle bu konu gerçekten şükretmeye değer. Çünkü bu sayede kişi giderek yöneldiği hedefin gerçeğine daha çok yaklaşmaktadır. Böylece gerçek anlamda secde etmesi gereken makama daha yaklaşabildiğini hissedebilir. Her ne kadar o makam tahayyül bile edemeyeceğimiz bir makam olsa bile. 

   Unutmayalım ki din öğretisinde ve özellikle Kur’an ayetlerinin vurguladığı değişmez prensip “Allah’tan başka İlah olmadığıdır” . İlk de O’dur, Son’da O’dur. O’nun “OL” demesi ile her şey yaratılmıştır. Acaba OL kelimesi bizim gibi beşerin anladığı dilden bir açıklama olabilir mi? Belki de oluşun ve devamlılığının özünde sadece O’nun tahayyülü yeterlidir. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; Var edilmemizi ve bu dünya okulunda yaşam bulabilmemizi sadece O’na borçlu isek borcumuzu ödemenin bir yolu, belki de esas yolu yaratılmışlara O’nun arzusu uyarınca hizmet etmek, yani yapılan hizmet vasıtasıyla O’na şükretmek değil midir?

bottom of page