top of page

TANRI HUZURU

     Dünya hayatını tamamlayan bireylerin biyolojik ölümleri, dünyadan sağladıkları bedenlerini aslında kendileri için geçici konaklama yeri olan dünyaya iade etmeleri demektir. Ancak sonsuz hayata sahip olan ana cevher, RUH, ise eve yani gerçek olan evine dönüş yapar. Döndüğü EV vahiy kaynaklarına göre çok boyutludur. Cehennem diye adlandırılan boyutlar olabileceği gibi Cennet olarak isimlendirilen boyutlar da olabilir. Hangisi olursa olsun o boyutların da aynen dünya gibi birer okul görevi yaptığını düşünüyorum. Aynen dünyada olduğu gibi biyolojik ölüm ötesi ulaşılan okullarda da eğitimin bireysel olduğunu kabul edebiliriz. Eğitimden amaç Ruh’un arzu edilen özelliklere sahip olarak hedefe ulaşmasıdır. Ruh’a gösterilen hedef ise bellidir:

Kur’an 3-14 ...Allah’a gelince, varılacak yerin en güzeli O’nun yanındadır.

 

     Ruh, yaratılışında içselleştirmesi sağlanmış olan bu hedefe ulaşmak için hem bu dünya hayatında hem de biyolojik ölüm sonrası hayatında gayret gösterecektir. Dünya hayatı döneminde belki de çevre faktörlerinin nefsine sağladığı hazlar beşere çekici gelecek ve o yüzden planına arzu edilen uyumu sağlayamamış olsa da biyolojik ölüm sonrası ulaştığı diğer boyutlarda daha bilinçli olarak eğitimine devam edeceğini sanıyorum. Çünkü beden baskısı artık olmayacaktır. Yukarıda bahsedildiği gibi ruhun Cennet olarak isimlendirilen boyutlarda bile eğitimine devam edeceğini hissedebiliriz: 

 

Kur’an 3-83 Hala Allah’ın dininden gayrısını mı arıyorlar? Oysa ki, göklerdeki şuurlular da, yerdekiler de ister istemez O’na teslim olmuşlardır ve yalnız O’na döndürüleceklerdir.

 

    Ayet öncelikle din teriminden anlaşılması gerekenin yalnız Allah’ın dini olduğunu vurgularken Allah’ın dininin hedefini de özetlemiş oluyor. Görüyoruz ki hedef O’na döndürülmektir. İlginç olan sadece dünya okulundakiler değil göklerdeki şuurluların da hedefi aynıdır. Göklerdeki şuurlulardan anlayabildiğim, ilk yaratılanlardan olduğunu sandığım ve emirleri otomatik olarak yerine getiren melekler olmadığını ve fakat tekamül edebilme yeteneğine sahip olup süreç içinde göklerdeki bazı görevleri meleklerden devralanlar olduğunu düşünme eğilimindeyim. Ayette ek olarak bu yolda atılacak ilk adımın ise O’na teslim olmak olduğu da ayrıca belirtilmektedir. Diğer taraftan hatırlamamız gereken bir gerçek ise O’na döndürülmek için arınma gerektiği olup bu konu gene pek çok Kur’an ayetinde vurgulanmıştır:

 

Kur’an 35-18 …Arınıp temizlenen, kendi benliği için arınıp temizlenir. Dönüş Allah’adır.

 

   Ne kadar önemli olduğunu, verilen ve pek çok benzeri Kur’an ayetinden görebildiğimiz arınma konusunun Kur’an bağımlısı toplumlarda yansıması ne olmuştur sorusuna cevap ararsak maalesef sonuç hayal kırıklığıdır. Özellikle ülkemizde insanlar asırlarca abdest almadan Kur’an’a dokunmamışlar ve de okumamışlar.  Gerçekten de ilgili ayet aynen şunu söylüyor:

Kur’an 56-77,78,79  O, kesinlikle şerefli bir Kur’an’dır. Titizlikle saklanan bir Kitap’tadır.

          Ona, arındırılmışlardan başkası dokunamaz.

      Bu ayetlerden anlayabildiğimiz kadarıyla öncelikle ifade etmemiz gereken, Kur’an’ın belli bir boyutta var olan ana kitaptan indirildiğidir. Devam edersek, gene anlayabildiğimiz kadarıyla dokunmak terimi ile anlatılmak istenen herhalde Kur’an’a fiziksel temas değildir. Kur’an’a dokunabilmekten kasıt, onu hissedebilmek, onu anlayabilmek olduğunu sanıyorum. Kur’an geçmişte ve günümüzde bireylerin kendi ana dillerinde okunmadığı ve o yüzden okuyanlar tarafından hiçbir şey anlaşılamadığı ve sadece din adamlarının naklettiği bilgi ile yetinildiği için Kur’an bağımlısı toplumların acınacak durumu ortadadır. Kur’an’a saygı duyalım fakat saygımızı onu duvarda kılıfı içinde saklayarak değil okuyarak ve anlamaya çalışarak gösterelim. Kur’an bir dua kitabı değildir, okuma kitabıdır. Kur’an okunmadan onda verilenlerden ders almak mümkün değildir. Aksi halde din adamlarının insafına bırakılmış ve o yüzden geri kalmış bir toplumun ortaya çıkması kaçınılmaz sonuçtur. Hemen yeri gelmişken namaz ritüelinin hemen öncesinde bireyin abdest almasının önerildiğini hatırlayalım. Abdest alma da sembolik arınmaya işaret etmez mi? Çünkü namazın kendisi de Tanrı Huzurunda secdenin sembolik ifadesi değil midir? Arınma konusuna var olan İncil metinlerinde de kısaca temas edilir. Vaftizci Yahya o dönemde isteyenleri günahlarından arınmaları için Ürdün Nehri’nde yıkarken şunu da söylemiştir:

Matta İncili 3-11 Ben sizi, tövbe ettiğinizi belirtmek için suyla vaftiz ediyorum. Fakat benden sonra gelecek olan sizi Kutsal Ruh ve ateşle vaftiz edecektir.

 

    Bu ayette Yahya Peygamberin insanları suyla yıkaması sembolik bir arınmaya işaret eder. Çünkü gerçek arınma İsa Mesih’ten beklendiği gibi ateş terimi ile ifade edilen enerji ile arınmanın yollarının söz ve eylemle insanlığa gösterilmesidir.                      

 

   Anlayabildiğimiz kadarıyla ruhun var edilişinden başlayarak varması arzu edilen hedefe ulaşabilmesi için kat edeceği yol fiziki değil içseldir. Bu olay muhtemelen doğuştan görme engelli birisinin, içinde yaşadığı halde farkında olmadığı renkleri, günün birinde gözü açıldığında, fark etmesi gibidir. Yani işin özünde sonsuz yolculuk sürecinde bireyin sürekli olarak yeni gerçeklere gözünü açmasıdır. Konu edilen kafamızdaki gözlerin değil, kalp gözünün yeni gerçeklerin farkına varmasıdır. Veysel’in dediği gibi yolculuk doğumla başlar ve gece gündüz devam ederek biyolojik ölümle sona erer. Fakat burada Veysel tarafından çok anlamlı açıklanan yolculuk beşerin sadece bu dünya hayatı ile ilgili olanıdır. Unutmayalım ki biyolojik ölüm son değildir. Yeni bir başlangıçtır. Yolculuk her halükarda Kur’an’ın cennet- cehennem diye adlandırdığı boyutlarda da devam edecektir. Bireyin madde ile denenmesi bitinceye kadar bu dünya okulu veya madde ile denenmenin esas olduğu başka okullarda da eğitimin devam edeceğini bekleyebiliriz. Eğitim sürecinde sınavların başarısız sonuçlanması durumunda  sınavların tekrarı ve belki de eğitimin daha da ağırlaşarak devam etmesinin muhataplarını Kur’an kaybedenler olarak adlandırır. Hangi boyutta olursa olsun sonsuz yolun yolcusu, yolculuğunun hiçbir aşamasında OL’duğunu düşünmemelidir. Böyle bir düşünce sadece sanıdan ibarettir ve korkarım yolculuğu kesintiye uğratabilir. Tahminimce tekamül edebilme yeteneğine sahip olan varlıkların ki beşer onlardandır, eğitimindeki amaç O’nun tek İLAH olduğunun bilinmesidir. Bilinme kelimesi sözde değil özde olmalıdır. Yani beşer için bilme teriminin tam anlamıyla içselleşmesidir ki bu anlayıştaki bir varlık artık sadece O’na teslim olmuştur. İslam’ın anlamı da sadece O’na teslim olmak, başka hiçbir gücün özellikle de beşeri olanın önünde eğilmemek değil midir? Göklerdeki şuurluların O’na teslimiyeti nasıldır, tahayyül etmemiz bile mümkün değildir. Dünya okulunda yaşam bulmuş bireylerin eğitimi ile ilgili olarak konuya devam edecek olursak aslında eğitimimizin içinde yer alan ve toplumun çok önemsediği vakte ve şekle bağlı sembolik ritüeller bireye her an O’nun huzurunda olduğunu hatırlatmaya odaklanmıştır. Bir an için tahayyül edelim ki bireyler dünyadaki yaşamları esnasında, en azından bir bölümü, her an O’nun huzurunda olduklarını tahayyül edebilseler bireylerin davranışlarının ne ölçüde değişeceğini tasavvur dahi etmek zordur. Daha da ileri giderek böyle bir davranışı bireyler içselleştirseler acaba ne olur? Böyle bireylerin yaşam tarzı her halde tamamen O’nun arzusuna uygun olarak şekillenecek ve o ortamın zaten cennetten farkı olmayacaktır.

 

    Tanrı’nın Huzuru kavramının bizim beşeri anlayışımıza hitap eden basite indirgenmiş bir yaklaşımla yapılmış bir tanımlama olarak düşünülmesi gereken bir terim olduğunu, sembolik bir ifade olduğunu sanıyorum. Konuyu hiçbir şekilde bizim beşeri anlayışımıza uygun olacak şekilde maddileştirmemek gerekir. Unutmayalım ki Kur’an ne diyor “O, nur üstü nurdur” (Kur’an 24-35). Hangi işlemden geçerek o sonsuz enerji içinde yok olmadan var olabileceğiz? Ayrıca meleklerin Allah katına bizim anlayışımıza göre elli bin yılda çıkabildiklerini de hatırlayalım (Kur’an 70-4). Ancak beşer eğer gerekli farkındalığa erişebilirse O’nun yüzünü her boyutta ve her yönde görmeye başlayacaktır. İşte böyle bir varlık zaten her an O’nun huzurunda değil midir? O yüzden böyle bir iman sahibinin her anı gerçek ibadet değil midir? O ibadetin ise sadece O’nun arzusuna uymak, O’nun arzuladığı plana uygun olarak yaratılışa hizmet etmek olduğunu bütün gönlümle ifade etmek isterim.

bottom of page