top of page

VATAN

     Bireylerden meydana gelen bir toplumun üzerinde yaşadığı, yararlandığı, sahiplendiği canı gibi sevdiği ve kendisi ile bütünleştiği toprak o bireyler için vatandır. O toprakta yaşasın veya yaşamasın o toprağı kendine vatan olarak görmeyenler ise yabancılardır. Eğer, yabancılar vatana tecavüz etmeye teşebbüs ederse, vatan evlatları canlarından çok sevdikleri vatanlarını korumak için gerekirse canlarını vermekten çekinmezler. Çünkü vatan, evlatları için bir anadır. Vatanı olmayanlar vatansızlardır. Vatansızlar nerede olurlarsa olsunlar kendilerini huzurlu ve güvende hissetmezler. Bir vatana sahip olan bireyler gerçekten şanslıdırlar. Vatan onlar için bir ana kucağıdır. Vatana sahip olan bireyler kendi vatanlarında özgürdürler, özgür olmaları umut edilir. Eğer aynı toprak parçasını yurt bellemiş bireylerin tamamı özgürlük konusunda aynı görüşleri paylaşmıyorsa o yurtta her şeyin düzgün gittiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Yeter ki yurttaşlar aralarında özgürlüklerinin sınırlarını gözetip kollasınlar. Onlar aynı vatanın evlatları olup vatandaştırlar. Aynı ananın sütü ile beslenir, gelişirler ve onlar birbirlerine zarar vermeden ve paylaşım esasını benimsemiş olarak birlikte yaşamayı ve bir bütün olabilmeyi tercih etmişlerdir. Çünkü onlar bir bakıma süt kardeşidirler. Bilirler ki bütünlükleri bozulup dağıldıklarında kurda kuşa yem olurlar. Kendilerinden önce yaşamış ve o toprakları vatan bellemiş olan soylarının fedakarlığı ile o vatana sahip olduklarını bilirler ve devamlı hatırlarlar. Fakat kendilerinden önce yaşamış olanlar artık yoktur. Onlar belli bir süre o vatanda yaşam şansı bulmuştur. Hem kendilerinden önce yaşayanların bıraktıklarına saygı duymuş, diğer taraftan o vatanı kendilerinden sonra gelecek olanlara en uygun şekilde bırakma bilinci ile yaşamışlardır. Çünkü onlar yurttaşlık bilinci ile yaşamayı idrak etmişlerdir. Bütün bu çabaya rağmen her birey vatan adını verdiği toprakların kendisi için geçici bir yurt olduğunu da anlamak zorundadır. Bu gerçeklik Aşık Veysel’in dizelerinde açık bir şekilde görülür:


                     İki kapılı bir handayım. Gidiyorum gündüz gece.
 

   Veysel’in dünya yaşamı konusunda, ulaştığı idrakle vardığı sonucu aslında daima gerçekleri dile getiren Kur’an defalarca bireye hatırlatır. Bunlardan bir tanesini örnek olarak okuyalım:
 

Kur’an 57-20  Bilin ki, şu iğreti dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden, bir süsten, aranızda bir övünmeden, mallarda ve evlatlarda çoğalma yarışından başka şey değildir. Bir yağmur misali ki, çıkardığı bitkiler çiftçilerin hoşuna gider. Ama biraz sonra o ot kurur, sapsarı kesildiğini görürsün. Nihayet bir ot ufantısı haline gelir. Ahirette şiddetli bir azap var, Allah’tan bir af ve hoşnutluk da var. Dünya hayatı bir aldanış/gurur aracından başka şey değildir               
 

     Bu ayetin bireye yönelik uyarısı sadece Kur’an’ın tebliğ edildiği yedinci asır Arap toplumunu değil her dönemde dünyada yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan bütün toplumları ilgilendirir. Özellikle günümüz dünyasında gelişmiş olduğu var sayılan toplumlarda, gören gözlerin farkına varabileceği bir resim bu ayette açıkça ifade edilmiştir. Hemen burada Kur’an’ın zaman üstü eğitme özelliğine işaret etmeden geçemeyiz. Resim bütün toplumlarda, fakat özellikle gelişmiş toplumlarda daha belirgindir. Devam edersek gelişmişlik nedir sorusunun cevabını da aramak gerekmez mi? Bu konuda genel kanıya göre sanıyorum kişi başına düşen milli gelir ve diğer maddi olanaklar diye ifade edilmektedir. Acaba gerçek gelişmişlik bu şekilde mi tanımlanmalıdır? Bu çerçevede şunu da eklemek gerekir. Acaba gelişmiş olduğu düşünülen toplumlarda yaşayan bireyler için vatan tanımı nedir? Unutmayalım ki onlar çoğunlukla toprakla ilişkisi kesilmiş ve yaşam tarzları geçmiş dönemlere göre oldukça değişmiş varlıklardır. Gerçi beşeri yaşam konforu giderek daha da artmaktadır. Fakat o toplumların bireyleri her şeyi çok kolay elde edebildikleri için sahip olduklarının değerini bilmekte midirler? Korkarım sahip olduklarını çok çabuk tüketmekteler. Çünkü toplumlar giderek daha fazla tüketmeye yönlendirilmişlerdir. Acaba bu toplumların insan olma hedefinden haberleri var mıdır? Son cümlelerde anlatılmaya çalışılan yaşam tarzının kendi toplumumuzda da zamanla yaygınlaştığını ve bu anomalinin giderek toplumumuzun bütün kesimlerine bulaştığını maalesef görebiliriz.   


    Yukarıda aynı toprak parçasını yurt edinenlerden bahsedildi. Aynı düşünce ile devam edersek çemberi genişletmemiz lazımdır ve bu sefer dünyayı düşünmeye başlamamız gerekir. Bu fikir ise bizleri dünya vatandaşlığı kavramına ulaştırır. Dünya vatandaşlığı kavramı ise dünyada yaşayan bireylerin yer küremizi vatan olarak tanımlamalarına yol açar ve bahsedilen aşamanın ise daha sonra  dünyada yaşayan bütün toplumların bir bütün olmalarının yolunu açacağını umut etmek isterim. İşin özünde bu resim Kur’an’ın beşere gösterdiği bir hedef ve yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur:


Kur’an 43-33  İnsanlar bir tek ümmet haline gelmeyecek olsalardı, …
 

    Nasıl ki bireyin dünya hayatında yürümesi gereken yol, birey daha dünyada henüz bedenlenmeden belirlenmiş ise toplumlar için de benzer planlar olduğu konusunda gene Kur’an bizi haberdar eder.
 

Kur’an 7-34 Her ümmet için belirlenmiş bir süre vardır.  Süreleri dolunca ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçerler.

    Yazılı tarihin bize ulaştırdığı bilgilere göre çeşitli toplumlar dünya sahnesine çıkmış, genel oyun içinde kendilerine biçilen rollerini oynamış ve gitmişlerdir. Son yüzyılda toplumlar arasında yöresel ve küresel birlikte hareket etme denemeleri yapılmıştır ve bu çalışmalar devam etmektedir. Birey bütün bu denemelerden çıkartacağı sonuçlarla gelecekte daha sağlıklı bir arada yaşamı sağlayabilmek için neleri yapmaması gerektiğini öğrenecektir. Dolayısıyla dünya toplumlarının bir tek dünya toplumu haline dönüşmesi de herhalde uçuk bir tahmin olamaz. O gün dünyadaki teknolojik gelişmenin günümüze göre çok daha ileride olacağını sanıyorum. Dünyada yaşam bulan beşerin tek bir dünya toplumunu idrak edip o hayatı yaşamaya başlaması diğer taraftan bireyin sahip olacağı teknolojik imkanlarla evreni daha iyi tanımasına ve evrendeki muhtemel diğer yaşam formları ile kuracağı bağlantılarla evrenselliğe doğru önemli bir adım atmış olacaktır. O süreçte ise muhtemelen aynen geçmişte dünyada yaşandığı gibi çatışmalar ve yakınlaşmaların sonunda ise evrenimizin vatan olarak tanınması aşamasına geçilebileceğini hayal ediyorum. Büyük oyunun bu aşamasına gelindiğinde ise evrensellik kavramı gündemde olacaktır. Bu aşama kim bilir madde evrenindeki tekamül okullarının tatil edilip yeni dönemlerin başlaması sonucunu mu getirir, bilemeyiz.


     Sınırlı beşeri idrakle fark edebildiğimiz kadarı ile ilk olarak muhtemelen kendi bedenini vatanı olarak düşünen bireyin giderek toplumsal bir vatanı anlamış olup gelecekte ise önce dünyamızı ve daha sonra da evreni vatan olarak tanımlama idrakine ulaşacağını sanıyorum. Her bir süreç özünde TEKLİK kavramının anlaşılması ve yaşanması doğrultusunda atılmış ve de başarılması arzu edilen büyük adımlar değil midir? Bütün bu bahsedilen çok önemli adımlar acaba aldığı nefes bile izinle olduğunu düşündüğüm beşerin kendi planı ve çabası ile mi olacaktır? Cevap hayırdır. Beşerin özü ruhtur. Bedenimiz sadece maddedir. Dünya toprağından yapılmıştır. Fakat bedenimiz de bireysel dünya planına uyum sağlayacak şekilde imal edilmiştir. Dünya hayatında yaşadığımız her an bedenimiz, ruhumuzun plana göre gelişmesine hizmet edecektir. Bireydeki vatan kavramının evrenselliğe ulaşması aslında ruhsal gelişmenin kendisidir. Birey nefsinin ihtiyaçlarını geri plana atabildiği ölçüde bahsedilen yolda yürümesine devam edebilecektir.


    Bahsedilen bu aşamalarda beşerin ve genelleştirirsek madde evrenimizdeki diğer yaşam formlarının yokluktan gelip sonsuza giden bu yolculukta başarılı olabilmesi için Atatürk’ün şu sözlerini her an hatırlamak yararlı olacaktır:
 

                               YURTA SULH, CİHANDA SULH
 

    Bu sözlerdeki yurt ve cihan terimlerinin anlamlarının, beşerin yukarıda belirtilmeye çalışılan sonsuz yolculuğunun her aşamasında değişeceğini bilmem belirtmeye gerek var mıdır? 
 

    Bireyin sonsuz yolculuğunun ve bu yolculuğun her türlü zorluklarına katlanarak çaba göstermesinin sebebi ne olabilir? Sanıyorum var edilişimizde ruhumuzun ana unsuru her ne ise onda yerleştirilmiş bir pusula olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. İşte o pusula beşeri sürekli aynı doğrultuya yönlendirmektedir. Benzer davranışları doğal hayatta sürekli gözleyebiliriz. Sadece bir örnek olarak, Kuzey yarıkürenin soğuk nehirlerinde yumurtadan çıkan somon balıklarının yeterli olgunluğa ulaşınca üremek için yani neslin devamı için çok uzaklardan hareket ederek, bu dünyadaki varlık olma noktasına geri gelmektedir. Demek ki onlar da uygun bir pusulaya sahiptirler. Tekrar beşerin sonsuz yolculuğuna dönersek her birimizin yolu farklı da olsa her bireyin yönlendirildiği doğrultudaki hedefi kişinin idraki ile ilişkilidir. Hedef Derviş Yunus tarafından fark edilmiş ve hedeflerin farklılığını da içerecek şekilde en veciz haliyle kelimeye büründürülmüştür: 


                         Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri,
                          İsteyene ver onları bana seni gerek seni.

 

   Basitçe pusula terimi ile ifade edilen yön gösterici sanırım bizim anlayışımıza uygun olarak Kur’an’da gönül veya kalp ile tanımlanmış olup gönlü aktif olmayanların yön bulmakta güçlükleri olacağı da belirtilir:
 

Kur’an 39-9 ...De ki:”Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır.
 

    Tahmin ediyorum gönül ve akıl birlikteliğinde akıl beden gemisinin kaptanı gibi görev yapmaktadır. Herhangi bir dönemde dünyada yaşam bulan her bireyin gönül sahibi olması düşünülmemelidir. Ancak o bireylerin kılavuzsuz ve pusulasız okyanuslarda yol alabilmesi mümkün değildir. O bireylerin de kalp gözlerinin açılacağı bir dönem mutlaka olacaktır. Diğer taraftan gönül gözleri açık olmayan bireylerin yaşam tarzları yüzünden başka bireyler tarafından mahkum edilmesi doğru değildir. Yeter ki o bireyler var olan toplum realitesine yanlış kabul edilen davranışlarda bulunmasınlar. Öyle davranışların karşılığı ise o toplumun hukuk sisteminde vardır.  
 

    Tekrar yukarıda bahsedilen hedef terimine dönersek görülen resim açıktır. Birey değersizliklerden geçerek şu andaki konumuna gelmiş ve sonsuz yolculuğuna devam etmektedir. Hedef Yunus’un belirttiği gibidir. Dünya yaşamı yukarıda verilen ayette de (Kur’an 57-20) açıklandığı gibi bir aldanıştan ve geçici bir yurttan veya Veysel’in dediği gibi iki kapılı bir handan başkası değildir. Kalıcı olan, ve gerçek olan ise Yunus’un belirttiği boyuttadır. Sürekli olan orasıdır. O yüzden orasını birey için Gerçek Vatan olarak tanımlamamız uygun olacaktır. Bireyin bütün serüveni de sanıyorum ait olduğu vatana ulaşmaktan başkası değildir. Beşerin serüveni ve serüvenin sonu ile ilgili çok sayıda Kur’an ayetinin özeti sanıyorum aşağıdaki ayette verilmektedir:


Kur’an 53-42 Hiç kuşkusuz, son varış Rabbinedir
 

     Kur’an’ın belirtilen bu kesin öngörüsünün beşer tarafından maalesef anlaşılmadığı ve gereğince davranılmadığı da gene Kur’an’da altı çizilen ve sitem edilen konulardan biridir:
 

Kur’an 30—8 …Şu da bir gerçek ki, insanlardan büyük bir kısmı Rablerine kavuşmayı açık bir biçimde inkar ediyor.
 

    Açık bir biçimde olmasa da davranışları yüzünden dolaylı olarak Rablerine kavuşmayı reddedenler de göz önüne alındığında elde ne kalır bilemiyorum.
 

    Madde dünyasındaki vatansızları bir tarafa bırakırsak diğerlerinin yani üstünde yaşadığı toprağı vatan olarak kabul edenlerin, her ne kadar geçici de olsa vatanları için gerektiğinde can vermekten çekinmedikleri yukarıda belirtilmişti. Geçici vatanı için bu kadar fedakarlığı göze alabilen birey gerçek vatanı için ne yapmaktadır sorusunun cevabını her birey kendisi vermelidir. Buraya kadar ifade edilmeye çalışılan düşüncenin bir uzantısını beşer dünya hayatında da görebilir. Beşerin ruhsal vatanının bir örneğinin beşerin gönlü olduğunu sanıyorum. Beşerin bedeninin yaratılmasının var olan maddeden yapılan bir imalat olarak ele alınabileceğini düşünürüm. Ancak Kur’an’da sık sık tekrar edilen gönül-kalp biyolojik bir imalat değildir. O kalbin sahibinin beşerin kendisi olduğunu sanmıyorum. Kalp O’nun beşere eşi bulunmaz bir armağanıdır. Çünkü gönül olmadan beşer sadece bir robottur. O yüzden kalbin gerçek sahibi onun yaratıcısı olan Allah’tır diyorum. Beşer kendisine emanet edilen gönlüne gerçek sahibinden başkasının yerleşmesine izin vermemeli ve bunun için her fedakarlığı yapmalıdır. Beşer tarafından bu hedefe yönelik yapılan savaş ise GERÇEK CİHATTIR.  


    Gerçek vatan konusunda bireyin gerçekten çok çalışması gerektiğini çeşitli Kur’an ayetleri anlatır. (Kur’an 84-6). Vatana varış konusunda olayı, beşerin yorum yapmasını gerektirmeyecek bir mükemmellikle her konuda olduğu gibi Kur’an en veciz şekilde özetlemektedir: 
 

Kur’an 29-5 Allah’a kavuşmayı umanlara gelince, şu bir gerçek ki, Allah’ın belirlediği saat mutlaka gelecektir. …

bottom of page